1 Mayıs 2014 Perşembe

The Vampire Diaries 5x16: Sizden Biri Daha


Elena’nın dönüşünün en hoşuma giden kısmı bu oldu.
Bir haftalık The Vampire Diaries arasından döndük ve kaldığımızdan devam ediyoruz işte. The Vampire Diaries sezonun 16. bölümünü de arkasında bırakmış oldu. Katherine’in gidişinden ve gitmeden Elena’yı da Augustine+ yapışından kaptırıp devamını getirmiş olduk. Güzel de bir bölüm sonuyla bitiverdik. Zırt pırt reyting lafına girmeyeyim diyorum, zaten yeni sezon onayı da var. Ben geleyim bölüme ama öncesinde ‘tabii ki’:

Haberiniz olsun: The Vampire Diaries’in yapımcılarından Caroline Dries geçen bölümden sonra verdiği röportajda Katherine’in gidişinin ‘temelli’ olduğunu söylemiş. Bunu söyleyerek sürpriz mi bozuyorum bilmiyorum ama herhangi bir bekleyişte olmamayı daha doğru buldum kendi adıma. Çünkü ben geri dönecek mi diye geçen yazıda ve sonrasında kafamda kurmuştum. Hatta “Bu dizi ölenleri ölümden döndürmesiyle ünlü. Katherine için geri dönüşü olmayan bir son yazdık. O yüzden de normal bir şekilde içten geçme yaşamadı,” gibisinden bir açıklama yapmış.

İkinci olaraksa kardeş dizi The Originals’tan bir haber var: Rebekah’ın gidişi de kalıcı. Bu karar da –yapılan açıklamaya göre- Claire Holt’un kendisinden çıkmış. Hatta oyuncu ilk kez The Vampire Diaries’e bu karakterle girdiğinde bu karakterin içinde bu kadar kalacağını düşünmediğini de söylemiş. Konukluk kapısıysa açıkmış tabii ki. Ayrıca ortada kendisinin hamile olduğuna dair dedikodular dolanıyor ama kesin bir şey yok ortada. Varsa öğreniriz nasılsa.


Bir de bu var tabii ki. Aslında zevkli bir durumdu.

Augustine+ bir vampir olarak dönüşüm geçiren Elena’yı bölümün başında yurt odasına cadı büyüsüyle hapis olmuş olarak bulduk. Zaman içinde Damon ile konuşma, Katherine’in günlüğünü okuma vs. derken yavaş da olsa geride bıraktığı ve hatırlamadığı üç hafta ile ilgili epey bir şey öğrenmiş oldu. Tabii bu arada kan ihtiyacından gelen bir açlıkla halüsinasyonların içinde de kayboldu resmen. “Beni taklit etmesi bu kadar mı kolay, yoksa siz beni hiç tanımıyor musunuz?” – Bu bölümün en güzel diyaloğuydu bence.

Caroline gerçeği ilk anladığında da bu tarz bir şeyler ben demiştim. Aslında kendince haklı sayılabilir ama Katherine’in master mind (karşılık için zeka küpü diyesim geldi) olayından sonra ortada pek fazla seçenek kalmamıştı. Ayrıca bana göre Damon’a bölüm sonunda söylediği “Sen anlamalıydın,” lafı da biraz gereksizdi, çünkü düşünürsek kaç yıllık kardeşi anlamadı neyin ne olduğunu. Diğerleri ne yapsın? Öyle ya da böyle bölümün sonunda gördüğünüz üzere her şey ‘güzel bir sonla’ kapanmış oldu. Ama o kısma birazdan geleceğim.

Bu bölümün sevdiğim veya takıldığım belli bazı noktaları vardı, onlara girmişken bölüm ortaya çıkar diyorum. Öncelikle panzehir ve görsel ikiz durumu. Geçen bölümün yazısında Katherine’in geri dönüşü amaçlı bu Gezginler grubu ne işe yarayacak, onu öldürmek için arıyorlardı vs. gibisinden ben girmiş bir şeyler sıralıyordum. Katherine’in dönmemesini az yukarıda geçtim, kızı öldürmek için aramaları da etrafta bir tane görsel ikiz bırakmak istemelerindenmiş. Güzel bir istek tabii…

Olacak, olacak, az kaldı.

Bunun için de haliyle tek kalan Elena’nın ardından sıra tek kalması gereken Stefan’a geldi. Meşakkatli bir beyin kızartma olayından sonra da meğerse Atlanta’da yaşayan ve hayat kurtarma işini icra eden –bu kelimeler nereden de dökülüyorsa- bir ikizimiz varmış, onu öğrendik. Başka ne öğrendik peki? Caroline Stefan’dan hoşlanıyor. Zaten hafif hafif dokunuyorlardı ama kuruntu yapmıyorsam –ki yaptığıma inanmıyorum- bu bölüm o kısmı epey bir soktular gözümüze. Hadi hayırlısı diyeceğim; bir yanım istiyor zaten de o arkadaşlık zarar görecek kısmı kafamı kurcalıyor…

Bu arada, panzehir bulma kısmını iki-üç bölüm sarkıtmadan bölüm bitene kadar halletmelerini takdir ettim. Bizim Türk dizileri olsa o iş kesin sarkardı çünkü. Misal Enzo son dakika bir hainlik yapardı ve bakmışız ki ortalıktan yok olmuş. Gerçi ben bu durumu buradaki Enzo için de düşündüm ama arkadaşına sadık çıktı işte. Neyse, gelelim diğer noktaya; bahsetmezsem çatlayacağım çünkü: Aaron Whitmore.

Sizi bilmiyorum da o olay benim içime –bknz: beşinci sezon on ikinci bölüm yazısı- çok oturmuştu. Kendini aşk acısından (?) dolayı kaybetmiş Damon, zaten bütün bir ailesini, hatta sülalesini katletmişken, üstüne bir de çocuk hala masumken ve Elena’nın iyi bir arkadaşıyken gidip güzelim çocuğu öldürüvermişti. Bölüm boyunca da ‘bunu nasıl söylerim’in olurunu aradı zaten ve –her ne kadar Damon’ı sevsem de- ben bundan makul bir miktarda zevk aldım. Kendisi de Elena’nın Aaron’ı öldürdüğünü sandığı noktada dökülüverdi. Açıkçası bu açıdan bölümden istediğimi aldığımı söyleyebilirim.

Seni severim ama o zaman da dedim, bunu unutmayacağım.

Bölümden istediğimi aldığım bir başka nokta da bundan ‘sonrası’ tabii ki. Stefan-Elena olayından –geldik beşinci sezona!- vazgeçmiş ve ‘Delena’ isteyen biri olarak artık şu ikisinin ‘düzgün’ bir sevgililik dönemi yaşamasını talep ediyorum. Wes’in manyaklıkları, Katherine’in planları, Stefan’ın draması derken ben bunların sevgili olduklarını açıkçası şu zamana kadar anlamadım ve anlamak istiyorum. Misal bölüm sonunda o beceremedikleri ayrılık konuşmasında bile pek bir tatlı ve sevilesiydiler. Hele hele o ses tonlarıyla… Bunun –içine sevişme kısmını da dahil edebiliriz tabii ki- devamı gelse ya?!

Gelelim benim aklımdaki son noktaya: Bonnie ve cadı meselesi. Bu bölümde gelecek bölüm(ler) için iki konu bıraktılar. Birisi Caroline ve Enzo’nun Stefan’ın görsel ikizinin peşine düşmesiydi. Diğeri de bu bölümde öğrendiğimiz gerçek: Bonnie’nin dayanak noktası olmasından sonra dizideki cadı eksiğini dolduran Liv de bu dizideki çoğu şey gibi göründüğünden farklıymış. Dahası Elena’nın arkadaşı olarak bir anda ortaya çıkan eşcinsel Luke ile de kardeşlermiş. Ne amaçları olduğu tam bilinmemekle birlikte dayanak noktası ve haliyle de Bonnie ile ilgililer.

Elbet bunun kokusu diğer bölüme daha fazla çıkar diyorum, üstüne hayırlısı o zaman ve bunlar sezon sonuna kadar idare ederler herhalde de diyorum ve yazıyı kapatıyorum. Haftaya görüşmek üzere…

Tavsiye: Bölümün sonunda Elena ve Damon sevişirken arka planda çalan şarkı Laurel - Fire Breather’dı. Benim epey hoşuma gitti, tamamını dinlemenizi tavsiye ederim.


Ben kazara Elena’nın elinde kalacak sanayım, meğerse Luke’un amacı başkaymış.
Devamını oku ...

Gölgedekiler 2. Bölüm: Kola Kol Bir Zaman Muamması


Bu gelini ne yapmalı? Kaynar kazana atmalı.
Show TV’nin ‘şaşırtacak, sarsacak, unutulmayacak’ gibisinden tariflerle tanıtım yapmaya devam ettiği yeni dizisi Gölgedekiler’i ikinci ve yeni bölümüyle karşımızda bulduk. Geçen bölümde “Ben FOX’un bir zamanlar yayınladığı Çağan Irmak yapımı Kâbuslar Evi serisi gibi bir şey bekliyordum. Bu pek öyle olmamış,” demiştim. Bu bölüm için de fikrimin pek değiştiği söylenemez ama kaplumbağa adımlarıyla da olsa ilerleme var gibi duruyor.

Not: Dizinin ilk bölümünde iki farklı olayın olduğu bölümler için iki farklı reyting değerlendirmesi yapılmış. Sonuçta ikisi de ilk 25’e girmemiş. Dizinin her bölümü farklı iki hikâye üstüne kurulu olduğu için ne kadar gittiği sorun değil malumunuz ama haberiniz olsun dedim.

1. Hikaye: Annenin Laneti

Bölümün ilk hikâyesi kötü gelin üzerine kurulu çıktı. İki erkek kardeşten küçük olanın meğerse kolu yokmuş ve bölümün başında kol takılması için doktorda bulduk kendimizi. Gerekli para abinin alacağı sayesinde sağlanacakmış, onu öğrendik. Anne de kardeş de çok hevesliler. Hatta sonrasında çocuk sevdiği kızı istemeye gitmek konusunda hevesli falan. Ama izlediğimiz şey dizi olduğu için hiçbir şey beklenildiği gibi bitmedi ve işler karıştı.

Abinin karısı Nergis kocasının evliliklerinin başından beri söz olarak verdiği bilezikleri alması için kocasına baskı yapmaya başladı. Hatta bunun için “Terk ederim lan seni, gencim güzelim herkese yeterim,” başlıklı bir konuşma yaparak azıcık ucundan da gösterdi. Adam da bir miktar basiretsiz çıktığı için kabul etti ve kadının kollarını donattılar. Üstüne de akşama gidip kardeşinin ve annesinin bütün ümitlerini “Dolandırıldım,” yalanı ile yıktı geçti bizim basiretsiz. Kadın da en okkalısından bir beddua okudu tabii buna neden olana.

Sonra ne oldu dersiniz? Kader ağlarını ördü o oldu. Bizim kafadan kontak erkek kardeş olanlara daha fazla dayanamayıp sabahına astı kendini. Anne yaslara büründü, biz başladık cenazeye. Gelinin bilezik olayı da orada ortaya çıkmış oldu. Kadın çıldırıp aklına geleni söyledi haliyle. Gelin üstüne evi terk edip kendininkine geçti.

İşte tam o noktada evdeki kadınlar abiye yan gözler kınarcasına baktılar ya, hah, işte orada bana bir gülme geldi. Yazının başında ve bir önceki yazıda Show TV’nin dizinin tanıtımıyla ilgili söylediği sözlerden bahsetmiştim. Bu tarz ‘saçma’ lafları kesmesini sırf bu yüzden kessinler istiyorum. Çünkü bu diziyi korku olarak satamazlar, gerilim bile değil. Hikâyeleri sevdirebildikleri ölçüde ve bölümlük kadroyla izletebilirler ancak bu diziyi.


Karının kolu kardeşinin kolundan daha önemli.

Neyse, efendim ondan sonrası da annenin bedduasının tutmasıydı. Abi cenaze evinden dönmemişken evlerine hırsız girdi, kadının kolunu kesip bilezikleri aldı. Adam da eve gelince duvara dayandı kalakaldı nihayetinde. Eh, anne erdi muradına, Nergis gitti cehenneme, abi sanırım kerevetine çıkan kişi olmuş oldu. Artık ne yapacaksa orada… Ben de hayırlı olsun diyeyim bari.

Bölümün diyaloğu: Kola kol, cana can, acıya acı. – Bunu papağan gibi 50 kere tekrarlayınca biraz ucuz ve komik kaçıyor, biliyor musunuz?

Sonuç: Ben Nez’i kliplerinden ve şarkılarından bir miktar tanıyorum. Deneyimi varsa bile hiç başka bir yerde oyuncu olarak izlememiştim ve kötü karakter olayını kıvırdığını düşünüyorum ama genel olarak hikâyeyi basit ve yapay buldum, pek beğendiğimi de söyleyemem. O kardeşin kafadan kontaklığını abartmışlar mesela, ki bu tarz bir fazlalığı ilk bölümün ilk hikayesinde de yapmışlardı. Annenin papağanlığını saymazsak kadın zaten yılların deneyimlisi, yapmış yapacağını işte. Öyle yani…


2. Hikaye: Mucizenin Gülleri

Kadının “Paraya kandım, hayatımı karattım,” başlıklı konuşması güzeldi.

İkinci hikâye zaman yolculuğu gibisinden bir hikâye çıktı. 1970’leri ve 2010’ları birbirinin içinde buluverdik. Genç, güzel, 70’lerde yaşayan ve kocasından çok çeken Hande, son dayağını yedikten sonra dayanamayıp yanına alabildiğini alıp kocası duştayken evden çekip gidiyor. Bu sırada 2010’da Yusuf, yani Cemal Hünal’ın karakteri borçları nedeniyle atölyesi haczedilen biri olarak karşımıza çıktı. Bankaya olan borçlarını ödeyememiş. Sonrası dert bir durum aslına bakarsınız. İki gün içinde dünya para bulması lazım, dolayısıyla bizimki çalışanlarıyla helalleşip çıktı yola. Eve gidiyor.

İşte o anda nasıl olduysa artık 1970 ile 2010 birbirine girdi. Hande evden koşarcasına kaçarken olacak iş ya bizim Yusuf’un arabasına rastlıyor ve hiç düşünmeden durdurup biniyor. Kadın korkusundan paranoyağa bağlamış durumda, adam da ne halt dönüyor anlamıyor ama yardımsever işte. Başlıyorlar arabayla dolanmaya. Ara ara da ne hikmetse kadın kocasının arabasını gördüğünü söylüyor ama adam bakıyor, yok araba falan.

Bu sırada kadın korkusu geçmişçesine hikâyesini anlatmaya başlıyor. Meğerse zamanının güzellik kraliçelerindenmiş de kendisini sefaletten kurtarmak için zenginin tekiyle evlenmiş, tabii adam sonradan psikopat çıkmış. Bu da beş yıl kadar dayanmış. Kadın bunu anlatırken bunlar bir yerde oturup çay falan da içip havayı karanlığa çevirdiler. Sonrasında da tam adam evine doğru gidecekken arabayı yine görüverdiler, daha doğrusu kadın gördü. Bunun üzerine ortayı “Beni gerçek evime götür,” ile bulma kararı aldılar. Bizimki yardımsever haliyle onu da yaptı.

Biz bu adamın durumuna ‘dört ayaküstüne düşmek’ diyoruz.

Borçları olduğundan bahsetmiştim, kadın inmeden önce evden çıkmadan aldığı kolyeyi adama borcunu ödesin diye veriverdi. Bu da aradığı mucizeyi gerçekleştirip borçlarından kurtulmuş oldu, güzel iş valla. Sonra da kadının kolyeyi verirken bulunduğu istek üzerine gül götürmeye karar verdi. İşte orada bölümün en güzel yanı devreye girdi: Kadını gece karanlığında bıraktığı yer meğerse uçurummuş. Haliyle şaşırdı bizimki, açıkçası ben de biraz şaşırmadım değil, daha doğrusu hoşuma gitti. Nasılını merak ederken uçurumda bir kadınla, yani bizim Hande’nin artık yaşlanmış annesiyle karşılaştı ve böylece her şeyi çözmüş oldu:

Kendisinin dün yaşadıkları aslında 1970’de yaşanmış ve Hande’yi takip eden kocası onu uçurumdan aşağıya atmış. Eh, adam şaşırıp pek akıl veremese de olanı biteni mucizeye bağladı ve aldığı gülleri denize doğru savurdu. Biz de bu sayede bölümün sonunu görüvermiş olduk. Öyle yani…

Bölümün mottosu: Hayat bazen mucizelerin bile sınırlarını zorlayabiliyor.

Sonuç: Ben yine ikinci hikâyeyi ilkinden daha çok sevmiş durumdayım. Hatta şimdiye kadar yayınlanan dört hikâye içinde en çok bunu sevmiş durumdayım. Yan kadroyu tenzih ediyorum, başroller ve hikâye burada daha iyiydi. Gerçi ilk bölümün ilk hikâyesindeki iyilik yapan iyilik bulur olayını sanki buraya harmanlamışlar gibi gelmedi değil ama iyi durmuş. Geliyorsanız bana böyle şeylerle gelin…

Devamını oku ...

Gölgedekiler 1. Bölüm: Kola Kol Bir Zaman Muamması


Son sürüm Azrail hepimize hayırlı olsun.
Show TV, ‘ekranda benzeri olmayan, izleyiciyi gerçeğin ve bilinenin ötesine taşıyacak, sarsacak ve şaşırtacak’ ifadeleriyle iddialı bir şekilde Gölgedekiler dizisini 17 Nisan akşamı getirdi karşımıza. Fantastik-gerilim türünde ve her bölüm iki kısa filmden oluşuyor. İlk başta madem böyle bir işe giriştiler, değişiklik yapıp bir kısa film sunsalarmış da olurmuş aslında demedim değil ama oraları deşmeyeceğim. Mütemadiyen deşiliyor zaten.

Diziden önce gerçek olaylardan yontma yaptılar mı diye merak ediyordum. Zaten fantastik-gerilim türü için niye böyle bir şeyi ediyordum orası muamma ama neyse. O tarzda olmaması daha iyi olmuş. Öteki türlüsü mantık sınırlarının etrafında dolanmak olurdu. Ayrıca yaptıkları jeneriği de böylesi bir diziye oranla beğendim. Zaten dizinin en oturaklı kısmı orası olabilir.

Dizi genel anlamda benim gibi biri için söyledikleri üzere ‘günlerce etkileyecek’ türden değildi. Her bölümü farklı konulara dayalı tarzdaki dizileri seven biri olarak başına oturdum ben. Hatırlar mısınız bilmem ama zamanında Çağan Irmak FOX kanalı için Kabuslar Evi serisi yapmıştı 13 bölüm. Onun gibi bir şeyler yapmak istediler mi bilmiyorum ama benim istediğim ona yakın, insanın içine işleyen çeşitten bir şeydi. Bu diziden o olmamış işte. Hatta site yazarlarımızdan Nida’nın da izlerken dediği üzere bundan STVnin Beşinci Boyut tarzı bir şeyler çıkmış.

Hayırlara vesile olsun, ne diyeyim bilemedim… Her bölüme farklı ve tanınmış/tanınmışa yakın kişilerle neler çıkarabilirler teması ile merak ettirici olabilirler. Daha öncesinde, yarınki reytinge bir bakmak lazım, asıl lazım olan o. Diyeceklerin gerisi ve aslı o zaman belli olur. Malum bizim Türk halkının ne zaman ne beğeneceği de pek belli olmuyor. Gelelim bölüme en iyisi:

1. Hikaye: Şeytanın Gülüşü


Şeytan kısmını bilmem ama ben güldüm.

İlk hikayemiz bir töre hikayesi çıktı. Başroldeki abimizin ablası kan davası dursun diye gereksizin tekiyle evlendirilmiş. Kadın dayanamamış kaçmış evinden. Bunlar da geri getirmek için bizim Mahmut’u yanlarına katılmaya zorluyorlar. Bölüm de bunun üstüne başlıyor gibi bir şey. Adam yola çıkıyor ve 11’deki uçağına yetişmek için anne duaları peşinde başlıyor araba yolculuğuna. Ama hiçbir şey beklendiği gibi gitmiyor tabii ki. Çünkü “İyilikten maraz doğar,” diye bir laf var ya işte o olmaya başlıyor.

Adamın önce lastiği patlıyor, yetmiyor benzini bitiyor. Kırmızı ışığa yakalanması cabası derken bir de kaza yapıyor ve bölümde karakterlerden birinin de dediği gibi yarım saatlik yolu bir buçuk saatte gidemeyerek sonunda uçağa kaçırıyor. Buraya kadar her şey berbat bir şekilde ilerledi, adam da ablasını kurtaramayacak derken anlıyoruz ki her zaman iyilikten maraz doğmuyormuş. Damadın ve kardeşinin uçağı düşüverdi ve kurtulamadılar. Anne karaları bağlamışken oğlunun kurtulduğunu öğrendi. Herkes erdi muradına, birileri de çıktı kerevetine işte. Gökten düşen elmalar da uçakta ölen onlarca kişilerin yakınlarının başına düştü herhalde.

Bölümün diyaloğu: “Baba sözüne nasıl karşı duracağım? Cahil cahil konuşma,” – Allah ıslah etsin sizi.

Sonuç: Çocuk oyuncu beklediğimden iyi çıktı. Sinir bozuculuk dozunu tutturmuş.


2. Hikaye: Beni Mezarıma Götür

Teyzenin ölümle ilgili düşüncelerini paylaşıyorum. Bakarsın aynısını ben de yaparım.

İkinci bölüm de bir yaşlı olayı. Yalnız, evlenmemiş ve kimsesi olmayan ve ismini cismini resimde gördüğümüz bir kadın ölmeden önce kendisine 20.000 TL’lik mezar yaptırmış. Taksicinin tekiyle de mezarını görmeye gidiyor. Buraya kadar tamam aslında. Hikaye buradan sonra başlıyor zaten.

Bizim Nigar Teyze normal ve aklı başında bir insanın hayatta yapmayacağı boşboğazlık yaparak binlerce lirasını evinde sakladığını mezar başındayken ilk kez gördüğü taksiciye söylüyor. Adamı eve de bıraktırdığı için bizim kötü niyetli taksici akşamında evin içinde bitiyor. Parayı ararken bizim teyze uyanınca ve paraları vermeyi reddince boğazını fazla sıkmak suretiyle kadını öldürüveriyor de üstelik. Bu sayede de başına olmadık, normalden çok daha fazla bela açıyor. Üstelik öğlen eve geldiğinde komşu kendisini gördüğü için kadının cesedi de yanına alarak evden öylece ayrılıyor.

Şu noktada Ali’nin ‘hiç polisiye izlemiyor mu acaba’sına girmeyeceğim ve devam edeceğim. Girersem çıkamam. Sadece salak bu çocuk diyorum. Neyse, efendim cesetten kurtulduktan sonra taksiyi gece kulübünün tekine sürüp kendini içkiye veriyor. Ama ne olsun? Teyze karşısına çıkıp “Beni mezarıma götür!” diye adamın başının etini yemeye ve delirtme noktasına sürüklemeye başlıyor. Sonunda da dayanamayıp kadını alıp mezara götürdü bizim Ali.

Kadının hayali, para mezarda demişti. Bir de hatırlarsanız hikayenin başında kadının yanındaki mezarın adında onlar anlamasa bile Ali Yamak yazdığını biz görmüştük. Kim bilmiyorum ama bir doğruluk mesajı verircesine bizim Ali mezarda paraları bulduktan sonra kafasına Azrail’den küreği yiyerek öteki dünyayı boyladı. Mezar taşında da bölümün yayınlandığı 17 Nisan 2014’ün yazdığı bir mezarla hak yerini bulmuş oldu. Daha ne denebilir ki?

Bölümün Diyaloğu: Beden mezarına kavuşmadan huzuruna kavuşmaz.

Sonuç: İkinci bölümün hikayesi bana göre ilkinden daha iyiydi. Seviyeyi ‘en azından’ buna yakın tutabilirlerse daha iyi olur.
Devamını oku ...

The Vampire Diaries 5x15: Aslında çok da mantıklı


Her güzel şeyin bir sonu varmış.
Bu hafta The Vampire Diaries’i beşinci sezonun 15. bölümüyle karşımızda bulmuş olduk ve sezonun üçte ikisi artık bitiverdi. Açıkçası dizinin reytingleri iyi olsa da yeni sezon onayının olduğunu bilerek izlemesi daha iyi oluyormuş, ben onu fark ettim. Ayrıca güzel olduğunu düşündüğüm bölümün ben bu yazıyı yazarkenki IMDB puanı 9.6, onu da belirtmiş olayım. Elbette bu böyle kalmayıp ileride düşecektir ama ilk intibanın güzel olduğu da bir gerçek yani. Neyse, geleyim ben bölüme:

Not: The Vampire Diaries yine, bir haftalığına da olsa ara veriyor. Yeni bölüm 20 Mart Perşembe günü yayınlanacak. Haberiniz olsun.

Not 2: Geçen yazıda dizinin Stefan’ı Paul Wesley’in sezonun 18. bölümünü yöneteceğini yazmıştım. Anlaşılan bu olay tahmin ettiğimden de çabuk gerçekleşmiş, zira Paul Twitter hesabından yaptığı açıklamada bölümün çekimlerini bitirdiğini açıkladı. Bu da demek ki aynı zamanda üç bölüm kadar yedekli de gidiyorlar.


Gerçeğin ortaya çıkma zamanı gelmişti artık.

Katherine Pierce çok şey olabilir ama aptal değil.

Geçen bölümde diziyi Stefan ve Caroline’ın kafa kafaya verip Elena’nın aslında Katherine olduğunu anlamasıyla kapatmıştık. Nihayet ortaya çıkması beklenen gerçek ortaya çıktı. Sonrasından her daim korksam da daha fazla uzaması bir kısır döngüye neden olabileceği için yerinde olduğunu düşündüğüm bir gelişme oldu. Bundan sonrası için de en azından ilk aşamada sürpriz bir şekilde ilerlendiğini söyleyemeyiz bence.

Dizide Katherine’i Elena’nın içinden çıkarmak için hazırlanan plan devreye girdi, Gregor’u Matt’in içinden çıkarmak için kullanılan bıçak yeniden ortaya çıktı ve geriye tarifin tek malzemesi eksik kaldı: Katherine. Bu da tahmin edersiniz ki hiç kolay olmadı. Katherine’in başının zaten kalabalık olması da hiçbir şeyi kolaylaştırmadı. Herkesin saçma bahanelerle arayıp çağırmasından hiçbir şey yokken bile şüphelenilirdi zaten, ki Katherine üstüne Damon ile telefonda laf oyununa girerek başka türlü de öğrendi. Gerisi malumunuz zaten.

Atlanmaması gereken nokta 1: Tyler. Aslında atlayabilsek güzel olurdu da hayat izin vermiyor işte. Faydasız çocuk sinirlerine hakim olamayıp Damon’ın hücreden kaçmasına neden oldu resmen. O da gitti –bak bu konuda sitem edemem- nihayet Wes’i öldürdü. Dünyadan da bir manyak eksilmiş oldu. Ayrıca Damon o sırada bir noktaya da güzel parmak bastı: Bu çocuk ne işe yarıyor hala? Aile yok, bir işe yarama yok. Caroline desek kıza papağan gibi “Ama sen annemin katiliyle yattın.” deyip duruyor.

Bazı konularda ben de midesizimdir ama bunu sineye çekmeye kalkarsa nasıl becerir vallahi merak ediyorum. Caroline’dan da bu bölümde ağzının payını aldı üstelik. Eee? Bari bir işe yarasın.

Ne arayışmış be kızım seninki de! Duygularım olsa duygulanacağım.

Bu bölümün temelini Elena’yı geri getirmek oluştursa da Nadia Petrova’yı es geçmek olmaz bence. Diziye girdiğinden beridir şımarık, biraz dırdırcı, hatta biraz da gereksiz bir karakter olarak görsem de bu bölüm ölüme doğru yavaş yavaş ilerlerken yıllar içinde yaşadıklarını görmesi etkileyiciydi. Katherine’in 500 yıllık amacı nasıl Klaus’tan kaçmak ve ne olursa olsun hayatta kalmaksa, Nadia’nın amacı da onu bulmaktı. Sonunda başardı ama bu dizinin genel konsepti mutlu sonlara pek izin vermediğinden dolayı tez kaybetti.

Katherine’in de dediği gibi Nadia onu gerçekten seven tek kişiydi. Stefan demeyin, o gerçek kavramını tam olarak karşılamıyor. Üstelik Katherine de sevmişti, çünkü bir başkası için o eve geri dönmeyecek biriyken kızıyla vedalaşabilmek için sonunu bile bile geri döndü. Güzel bir vedalaşmaydı diyebiliriz. En azından o sayıklama sahnelerinin yarattığı etkiyi takdir ettim doğrusu.

Cevabı başından beri belli değil miydi zaten?

Sonrası da Elena’yı geri alma kısmıydı işte. Sizi bilmem de bıçağı saplayanın Stefan olmasına şaşırmadım ben. Bu işin bir anlam ifade edebilmesi için bunu kullanan kişi o olmalıydı.

Atlanmaması gereken nokta 2: Katherine’in veda konuşması. Birkaç bölüm önce (beşinci sezon, on birinci bölüm), Katherine’in Elena’ya geçtiği gece alt katta yine böyle toplanmış olan ahali Katherine’in kendilerine yaptıklarını sıralıyordu. Üstüne Damon olduğu ‘şey’ için de onu suçlamıştı. Ben de hoşuma gittiği için o bölümün yazısında diyalogların toparlamasını yapmıştım hatta. Bu bölümde de Katherine’in ‘cevabını’ izlemiş olduk.

Siz ne dersiniz bilmiyorum ama bence genelde haklıydı. Tabii ki yaşanılanlar hazmetmesi kolay şeyler değildi ama mesela en güzelinden Caroline’ı Caroline yapan şey vampire dönüşmesiydi, ki o da Kath sayesinde oldu. Bir de tartışılır tabii ki ama ben Damon için kullandığı kelimeleri pek bir beğendim.

Velhasıl sonuç: Katherine çıktı, Elena geri döndü. Ama bir farkla…

Katherine gitmeyi, hatta ölüme yürümeyi kabul etti ama kolay biri olmadığını bir kere daha göstermiş oldu. Arkasında Damon gibi, hatta daha tehlikelisinden bir Augustine vampiri –Elena- bırakmak güzel bir intikam yolu. Bundan sonrasında da toparlaması kolay olmayacak bir yük olacak. Daha Damon’ınkini çözememişken üstüne Elena geldi. Hayırlısı olsun. Ben geleyim bahsetmek istediğim son şeye:


Onu biliyorum da sen nereye gittin ben onu anlamadım.

Birkaç bölüm kadar önce Katherine’in Elena’nın içine girmesi hengamesi sırasında Bonnie onun ruh halini görmüş ama Kath diğer tarafa gitmeden önce onun içinden geçmemişti. Bu zaten doğal olanı. İşin güzel tarafıysa kimsenin bundan şüphelenmemesi olmuştu zaten. Ben o dönem senaryonun gidişi için göz yumulan bir hata olarak değerlendirip geçmiştim açıkçası. Bu bölümde gerçek bir ölüm yaşayınca da eksik kalan bu bölümde yerine getirilmeye çalışıldı. Ama ‘neyse ki’ hiçbir şey yine beklendiği gibi gitmedi.

Dizinin açık ara en sevdiğim karakteri Katherine olduğu için dürüst olmak gerekirse onun ölmesini istemiyorum. Tamam, Damon çatlak olsa da iyi, Caroline ve Matt sevilesi, Stefan makul vs. ama orijinal vampirleri aldıktan sonra dizinin devamını sağlayıp da sezonu götüren Katherine oldu. Bundan sonrası için bir süre haliyle –daha önce de yaşadığımız gibi- olmayacak. Ama açıkçası temelli gittiğine inanmıyorum ben. O sonda olan olay bir karmaşaydı. Bir yere gitti de kim bilir nereye gitti?

Gregor Matt’in içinden çıkarılırken dayanak noktası kavramı henüz diziye gelmemişti. Dolayısıyla başkasının vücudundayken gezginlere ne olduğunu da bilmiyoruz aslında. Katherine’in ilk seferinde Bonnie’ye geçmemesinin nedene bu da olabilir. Kesin bir cevaba vardığımız söylenemez.

Tez zamanda görüşürüz umarım.

Benim aklımı Gezginler ahalisinin bir ara -Katherine insana döndükten sonra içten içe çürürken- onu öldürmek için aramaları da kurcalıyor. Yanlış hatırlamıyorsam o konuya hiç değinmediler. Belki bununla bir ilgisi de vardır. Zaten ben Gezginler en başta Wes’e neden yardım etmeye çalıştılar onu da pek anlamadım. Görünürde onların pek de bir çıkarları yoktu sonuçta. Anlayan varsa beri gelsin, bana da anlatsın yani…

Önümüzde var yedi bölüm. Bir sonraki de gelecek iki hafta kadar sonra. Bu durumda sezon bitmeden bu bölümde açık bıraktıkları noktaları kapatmaları ve bir sonraki bölüm yazısında görüşmek dilekleriyle…
Devamını oku ...

The Blacklist 1x15 : Kısasa Kısas


No 73: Yargıç (Dianne Wiest)
Ekranın sevilen dizisi The Blacklist, birinci sezon 15. bölümüyle, bana göre sonu hariç ‘hafif’ denilebilecek bir bölümle ekranda yerini aldı. Dolayısıyla ne kadar bir şey ortaya çıkar şimdiden kestiremiyorum ama bir başlayayım bakalım. Bu arada, ben daha baştan bunu dedim ama bu bölümün ben bunu yazarkenki IMDB’deki puanı dizinin genel puanı ile de aynı durumda: 8.2/10. Öyle yani…

Not: The Blacklist yine, bir haftalığına da olsa ara veriyor. 16. bölüm 17 Mart günü yayınlanacak, haberiniz olsun.

Not 2: Bu bölümde iki kere göze çarpıcı bir şekilde gösterilen anıt, Amerika’nın ilk başkanı George Washington anısına yapılan ve halen dünyadaki en yüksek (169 m.) dikili taş olan bir yapı. 3 Mart’ta yayınlanan bölümde 4 Mart 1797’de vefat eden George Washington’ı üstü kapalı da olsa anmış oldular.


Washington Anıtı (Washington D.C.)

Bu bölümü ‘hafif’ bulma nedenlerimden ilki daha çok benimle alakalı. The Blacklist malumunuz ‘formüllü’, yani her bölümü bir olayın çözümüne ait olan bir dizi. Bu bölümde de izlediğim formüllü dizilerin genelinde zaman zaman karşılaştığım bir durumla karşılaştım: Tanıdık ünlü sendromu. Sizde işler nasıl yürüyor bilmiyorum ama bende durum şöyle:

Bu bölümde Yargıç’ı canlandıran Dianne Wiest fazlasıyla tanınmış bir oyuncu. Kadında iki tane Oscar, iki tane Emmy ve bir tane Golden Globe ödülü de var. Haliyle bölümde Alan Ray Rifkin’in yanında gördüğüm saniyede ilerisi için hazırlanan Yargıç sürprizinin gazı kaçmış oldu. CSI ve benzeri dizilerde de ünlü bir konuk oyuncu olunca bölümün sonunda genellikle katil onlar çıkıyor mesela. Bu da ondan halliceydi.

İkinci nedense Dexter sendromu. Bu üç oldu! Daha önce 1x04’te (birinci sezon, dördüncü bölüm)Yahnici’de, sonrasında 1x11’de Merhametli Katil’de ve şimdi de bu bölümde liste mensubu kişilerin yaptıkları ve geçmişleri bana inanılmaz ölçüde Dexter’ı hatırlattı. Belki de Dexter’dan dolayı onun gibisinden ‘adaleti kendisi sağlamaya çalışan insan’ profiline doymuşumdur, bilemiyorum ama bu dizide bu tarzda bir tip bir süre görmezsek iyi olacak.

Dianne Wiest rolünde tabii ki sırıtmadan oynadı, ona diyecek bir şeyim yok.

Tavsiye: Madem laf Dianne Wiest’e gelmiş oldu, bir dizi tavsiyesinde bulunacağım: In Treatment. HBO’nun bir terapistin hastalarıyla ve kendi terapistiyle yaptığı terapiler üzerine kurulu toplam üç sezonluk bir dizi. Wiest de dizinin oyuncularından, hatta terapistin terapistini oynuyor. Bu rolle Emmy ödülü de aldı. Bölümler maksimum 30 dakika sürüyor, müsait bir vakitte en azından birkaç bölüm şans verirseniz bence pişman olmazsınız.

Dönelim bölüme. Liste mensubu olayını klişe buldum ama iki satır da olsa bir şey söyleyeyim:

‘Kısasa kısas’ ilkesi ile işinde sahtekârlık yapan bir adamı 12 yıl boyunca bir yerde tutmak nasıl bir şey merak etmiyor değilim. Ayrıca bölüm boyunca geri planda kaldığını düşündüğüm Red’in kadınla yaptığı konuşma da güzeldi: “İlk mahkûmu saldıktan sonra yakalanacağını biliyordun zaten.” Sevdim bunu. (Ressler’ın bir süredir pek işe yaramamasına dokunmak istemiyorum, patronun yediği halt da ilgimi çekmiyor efendim.)

Bunun üstüne gelelim bölümün malum noktasına:

Lucy Brooks, yani dışarının bildiği ismiyle Jolene ortaya çıkıp da Tom’a sardığından beridir zaten kızı arayan Red’in Liz’i kurtarmak için öne sürdüğü biri olup olmadığını merak ediyordum, bu bölüm cevap verdiler nihayet: Değilmiş. Hatta Lucy kendisini ölü gösterip Red’in elinden daha önce kurtulmuş bile. Ama şimdiki planı aslında her ne ise geri dönmüş durumda. Dahası öncesinde de Red’i adım adım takip ettiği ortaya çıktı.

Tehlikeli bir kadın Jolene. Yoksa Lucy Brooks mu demeliyim?

Bir süredir gerilen Tom-Liz ilişkisi de geçen bölüm Tom’un sonunda sabrının taşmasıyla sekteye uğramıştı. Sonrasında da kendisini konferansta Jolene’in yanında bulmuştu. Bölümün başında da buradan devam ettik ve Tom, Liz’den gelen telefonu kapatmak bir yana üç sahneye kalmadan Jolene ile öpüştü bile. Fazla alengirli bir sahne değildi açıkçası. Sonunda da bulundukları yere bir çocuğun dalmasıyla ‘ara’ verdiler zaten.

O anki Tom suratı güzeldi, onu bir itiraf etmek lazım. Ayrıca alt katta lobide bir şeyler içerken ve Jolene’in odası konusunu düşünürken çalan şarkının ‘Dolly Parton – Jolene’ olmasını sağlayan beyni de tebrik ediyorum. Nasıl bir kafa varsa artık onda…

Nihayet. Kök salmıştım artık.

Reddington sanırım dizinin başından beri Liz’e kocasına güvenmemesi gerektiğini, hatta bir hain olduğunu söyleyip duruyor. Tek söylemediği de nedeni zaten, ama açıkça ortaya dökülmese de –ki Tom FBI’ın kontrolünde de geçti güya- Red’in karşısında olanların yanında olduğunu düşünmek zor olmasa gerek. Bu bölüme kadar öyle ya da böyle Tom’un bir falsosu çıkmamıştı. Aslında hala da çıkmış sayılmaz. Adamın yaptığı itiraf, karşısına “Elizabeth Keen senin eşin değil hedefin,” diye dikilen birineydi sonuçta.

Kartların bir çeşit açık oynanması hoşuma gitti doğrusu, Tom’un sahip olduğu bu pozisyondan zaten başından beri hoşlanıyorum ama bundan sonrasını da merak etmiyor değilim. Bir de Jolene’in Red’in karşısında olanların yanında olduğuna tam olarak ikna olmuş değilim. O konuya bir değinirlerse mutlu olacağım. Neyse, şimdilik yeter bu kadar bence. İki hafta kadar sonra görüşmek üzere diyeyim ben…

Devamını oku ...

The Vampire Diaries 5x14: Eve kuduz bir hayvan getirirsen seni ısırır


Gerçeği fark etmesi beş dakika sürmedi.
Biz başka gündemlerle meşgul olsak da dünyanın çoğunluğunun gündemini iki haftadır meşgul eden Kış Olimpiyatları’nın sonuna gelmiş olduk. Bunun üstüne de diziler teker teker dönmeye başladı ve nihayet bunlara The Vampire Diaries de dahil oldu ve sezonun 14. bölümünü de geride bırakmış olduk. İyi de oldu geri döndüğü zaten.

Öncelikle: Muhtemelen bu haberden dizi tatildeyken haberdar olmuşsunuzdur ama yine de bahsedeyim: The Vampire Diaries 13 Şubat’ta altıncı sezon onayını kanaldan aldı. Reytingleri iyi olduğu için pek sürpriz olmadı aslında. Kanal peşi sıra uzantı dizi The OriginalsSupernatural veReign’e de onay verdi. Ayrıca dizinin 22 bölümlük sezonunun bitiş tarihini de 15 Mayıs olarak açıkladı.

Bu da demektir ki kalan sekiz bölümden önce takvime göre iki haftalık daha ara var. Hatta açıklanan tarihlere göre bunların ilki de 13 Mart olacak, zira o Perşembe yeni bölüm yok.

Öncelikle 2: Geçtiğimiz günlerde -giriş resminde suratını da gördüğümüz- Paul Wesley’nin dizinin bu sezonki 18. bölümünün ‘yönetmenliğini’ yapacağı açıklandı. Her uzun soluklu popüler dizide bunu yapan bir-iki ana karakter oyuncusu oluyor mutlaka, bunda da kendisi oldu. Bakalım nasıl bir bölüm ortaya çıkacak? Ayrıca bu kendisinin ilk deneyimi olacak.

Kadro Haberi: The Vampire Diaries’de orijinal vampir olarak izlediğimiz ama bir sezon kadar önce mefta olan Kol’u canlandıran Nathaniel Buzolic, The CW’nun hazırlamaya başladığı Supernaturaluzantısı Supernatural: Tribes’ın kadrosuna giriverdi. Henüz öldürülmeyi beceremeyen Dr. Weston da kanalın Arrow uzantısı olarak hazırladığı Flash’a girmişti.

Tavsiye: Dizinin en başında çalan parça Imagine Dragons’ın Radioactive’iydi. Eğer hiç dinlemediyseniz tavsiye ederim. Güzeldir.

Giriş kısmını bu seferlik de atlattığımıza göre gelelim bölüme:


Fazla kan içip kafayı mı buldu, ne diyor bu?

Dr. Wes’in katkılarıyla Augustine vampirine dönüşen ve sadece vampirlerden beslenen Damon’ı herkesten uzakta, yanında ‘son’ arkadaşı Enzo ile durumu idare etmeye çalışırken, Elena görünümlü Katherine’i de Stefan’la birlikte Damon’ı bir şekilde bulup geri getirmek isterken bırakmıştık. Bu bölüm de daha beşinci dakika dolmadan Stefan’ın Caroline katkılarıyla Damon’ın bir Augustine olduğunu anlamasıyla konuya giriş yaptık. Sonrasında ikiye bölündüler:

Katherine’in aslında Elena olduğunu bilen ve bu nedenle Nadia’nın elinde olan Matt’i arayan Caroline ve Tyler ile Damon’ı aramaya çıkan Stefan ve Elena. İkisi de birbirinden acayip anlayacağınız. Zaten Caroline’ın bu durumu Tyler ile arasındaki durumu ‘arkadaş kalma’ olarak güncelleme isteğine ne desem bilemedim. Hangi kafayla biri bunu düşünür bilmiyorum ki ben. Sonucunu da gördük zaten.

Kaybolanlarımıza gelirsek, onlarda durumun pek değiştiğini söylenemedi. Katherine’in istemesine rağmen Matt’i öldürmeye –neyse ki- kıyamayan Nadia, durumu kontrol altına alma çabasını devam ettirdi. Bu arada Matt’ten hafiften hafiften hoşlanıyor olduğu gerçeği bu bölümde geçirdikleri zaman ve dertleşmeler sayesinde tavan yaptı ve sonrasını biliyorsunuz.

Katherine istediğine çok yaklaştı ama kader işte…


Bu bölümün öpüşme katsayısı yüksekti.

Damon ise hala ölemeyen Wes’ten yine kurtulamadı ve bu sefer adam, gezgincilerin yardımıyla Enzo ile onu bulundukları eve tıktı. Vampir kanı almadan sekiz saat kadar dayanabilen Damon ve Enzo da köşeye sıkışmış oldular. Enzo’nun deyimiyle Damon’ın gururu yüzünden uzun bir süre de kimseyi aramadılar. Aradıklarında Katherine az yukarıda gördüğümüz Stefan’ı ‘yola getirme’ planı nedeniyle geçici süre amaçlarını askıya aldıklarından dolayı Damon’ın açlığını tavan yaptırmış oldu.

Ama tabii ki ne oldu? En sonunda patladı. Son iki-üç bölümdür ha çıktı ha çıkacak denen şey Matt’in Nadya konusunda yarım da olsa uyanıklık yapması, Katherine’in de Elenavari davranmaya çalışsa da onun asla yapmayacağı bir şeyi –Damon’ı Stefan’a öldürtmeye çalışmak- yapmasıyla gerçek ortaya çıkmış oldu. Bu son kısımda Damon’ın katkılarını atlamak olmaz tabii ki.

Bu bölümde olanlar ve sonrasının kendimce bir senaryosunu geçen bölümün yazısında yazmıştım zaten. Stefan kendini son dakikada tuttu, Katherine de açığa çıktı. Bundan sonrası için Katherine’i Elena’nın içinden çıkaracak bir yol bulmak zorundalar. Bunu da Katherine’e çaktırmamak gerek. Ayrıca Damon’ı da kontrol etmeleri lazım. Yapacak çok iş var yani.

Katherine’i tanıdığından emin misin peki? Sanırım Matt Donovan ikisini de tanıyor.

Bölümle ilgili bahsedeyim dediğim son noktaya gelirsek, o da Caroline-Tyler noktası elbet. Caroline’ın arkadaş kalma olayı elbette pek işe yaramadı. Eski sevgililerin arkadaş olması olayından bahsetmiyorum aslında, öyle bakarsak Matt ile Caroline da hala arkadaşlar. Elena ile Matt de. Ama Tyler’ın deyimiyle Caroline’ın Klaus ile yatması işleri dönülmez bir noktaya getirdi, ki mümkünse dönmesinler de. Stefan-Elena ikilisini de Caroline-Tyler ikilisini de istemiyorum. Arkadaşlıklarının bozulmasını istemediğim Caroline-Stefan veya –fanlar aşkına- Damon-Elena ikilisini tercih ederim.

Dönülmez nokta derken şunu belirteyim:

Bunlar Katherine’i Elena’nın içinden çkaracaklar da sonra ne olacak? Başka kişiye mi? Yoksa hepten mi ölecek? Ölmesin. Bunu da başka yere bağlayayım: Tyler ile kavga ederken kurt ısırığı alan Nadia ölecek mi? Normalde böyle şeyleri bir tek Klaus düzeltiyor ama onu tekrardan göreceğimizi hiç sanmıyorum. Acaba melez olan Tyler bu işe yarar mı? Gerçi yarıyorsa da ona yaptığını kim düzelttirecek? Sorular üstüne sorular yani… Bu durumda söylenecek bir sonraki şey “Haftaya görüşmek üzere,” olmalı sanırım…

Temelde haklısın. Ama o konuda Klaus’un üstüne giden sendin, kabul etmek gerek.
Devamını oku ...

The Blacklist 1x14: Bu gece polis değilsin, suçlusun


No 73: Madeline Pratt (Jennifer Ehle)
Arkamızda bıraktığımız iki hafta kadarlık süreci işgal eden Kış Olimpiyatları’nın kapanışını yapmasıyla izlediğimiz Amerikan dizileri birer birer karşımıza yeniden dikilmeye başladılar. Pazartesi olması dolayısıyla bunların ilk örneklerinden birisi de The Blacklist oldu tabii ki.

Öncelikle kısa bir süredir dizinin -reytinginin hala gayet iyi olmasına rağmen- temposunun düştüğünü düşünmeme rağmen insanın hoşuna giden bir bölümle döndüklerini itiraf ederek yazıya giriş yapayım diyorum.

14 bölüm içinde bu ikinci kadın liste mensubu oldu, bölümü beğenme nedenlerimden birisi bu da olabilir. Ama oyunculuklar kesinlikle etkili, onu biliyorum. James Spader’a laf söylemek zaten haddime değil ama adamı bu bölüm özellikle beğendim. Madeline Pratt’ı canlandıran Jennifer Ehle ile çok güzel paslaştılar, Elizabeth karakterini de güzel topladı. Yine de bu bölümde gözümü tırmalayan bir şeyden bahsetmezsem içimde kalacak. Muhtemelen ne olduğunu da anlamışsınızdır.


Reddington’ın Türk Nazlan Bankası’nda gizli bir kasası varmış.

Çok Türk işi ve Ranini’ye (http://ekranella.com/yazar/18/ranini ) göre biraz duygusal bir tepki –aslında haklı- de o nasıl Türkiye ve İstanbul ya? Bu Hollywood’taki Türkiye imajı ne zaman düzelecek merak ediyorum. Gelip de burada çekmeyince böyle oluyor işte. Gerçi adamlar iki sahne için o kadar yol gelmezler tabii ama az araştırıver bari. Neyse, bağışıklık noktasına geldik zaten, neredeyse her yerde böyle.

Muhtemelen biliyorsunuzdur, Showtime’ın bol ödüllü dizisi Homeland dördüncü sezonundaki bir, belki iki bölümlük çekim için Türkiye’ye gelecek. Hatta Güneşi Beklerken dizisinin başrolündeki Kerem Bursin de dizinin oradaki çekimlerinde rol alacak. Orada normal bir İstanbul görebilmeyi diliyorum. Bunun üstüne artık dönelim diziye.

Bölümün başında Raymond’a ait 10 milyon dolar değerindeki belgeleri İstanbul’daki kasadan yürüten Madeline bu sayede Red’in dikkatini çekebildi. Bu nedenle bölüm boyunca yaşanan olaylar sonucu harcanacağını, hapse ya da mezara gireceğini düşünmüştüm ama Reddington her zamanki gibi zekâsını ve dahasını konuşturarak herkes için güzel bir ortasını buldu. FBI da, Madeline de, o da mutlu olmuş oldu. İkilinin geçmişinden dolayı ben de.


Jennifer Ehle, James Spader karşısında altta kalmadan oynadı.

Meğersem ailesinden sonra Raymond ikinci bir şansı yakalamış ama geçmişinin etkisiyle değerlendirmemiş. Diane’i öldürürken ailesi konusunu süründürdüğünden bahsetmiştim, sağ olsunlar uzatmadan biraz olsun açıklama yaptılar. Böyle bir şeyi kolay kolay anlatmayacak biri olan Red, Floransa’ya neden gelmediğini Madeline’e açıklamak için kullandı. İlk başta Floransa’dan bahsettiğini düşünürken ailesi olduğunu fark etmek benim açımdan güzeldi.

Red’in bu bölüm sadece Madeline ile değil Elizabeth ile olan uyumu da gözlerden kaçmadı. Liz’i elçiliğe tek göndermemek için peşinden smokinle ona eşlik etmesi şaşırtıcı değildi aslında. Madeline’in oyununa geldiklerini anladığında elçiliği birbirine katıp, üstüne eşcinsel rolü de oynayıp kızı oradan çıkarmasıysa güzeldi. Ayrıca –altyazılı halinden bahsediyorum aslında- adamın ‘ayol’ veya ‘canımcım’ tarzında konuşması o olaya zevk kattı.


İki ÖzetliYorumdur ne diyorum kızım ben?

Gelelim bahsetmek istediğim son noktaya: Elizabeth görevini başarıyla tamamladı. Red istediğini aldı, Madeline kurtuldu vs. ama iki bölümdür yavaş yavaş çatlayan Tom-Elizabeth ilişkisi bu bölüm daha da beter hale geldi.

Üstelik bölümün başında öpüşen ve araları bebek fiyaskosuna ve üstüne arkadaşlarının hamilelik haberine rağmen ’gayet’ iyi olan ikili, Elizabeth’in aynı şeyi, yani işini –mecburen- Tom’a karşı bir 20. kez tercih etmesi nedeniyle kopuverdi. Elizabeth’in de artık söyleyecek kelimesi tükendi ama yapacak bir şeyi yok işte. Böyle böyle nasıl devam edecekler merak ediyorum. Zaten Tom’un seminerde Jolene ile tekrar yan yana gelmesi de her şeyi bir adım öteye götürdü.

Red’in dediği gibi Tom’da bir sakatlık varsa muhtemelen Liz’den kolayca uzaklaşmayacaktır ama yine de belli olmaz tabii ki. Zaten bunun üstüne benim –niyeyse- kolay kapanacağını düşündüğüm Diane konusu öyle olmadığını ‘son dakikada’ gösterip Başkent ekiplerine kadar bağladı, her şey rahatlamışken bir anda karışıverdi de bölümü öyle kapatmış olduk. Bu durumdan dolayı haftaya birkaç cevap daha alacağımızı ve malum ilişkinin nasıl devam edeceğine dair başka bir şeyler öğreneceğimizi düşünüyorum. Böyle yani…

O zamana kadar kendinize iyi bakın ve tabii ki görüşmek üzere efendim…


Umarım Floransa’da görüşürsünüz bir gün.

Not: Bu dizide Jolene’i oynayan Rachel Brosnahan meğersem House of Cards’ta da Rachel karakterini oynuyormuş. Ben artık onu mu bunu mu hangi gözle izliyorsam, internette dolanırken tesadüfen fark ettim bu detayı. Eğer izlemiyorsanız başrolünde Kevin Spacey ve Robin Wright’ın olduğu ödüllü dizi ‘kesinlikle’ tavsiyedir.
Devamını oku ...

The Vampire Diaries 5x13: Geri geleyim deme


Merhaba Augustine, pardon Damon.
Ekranların nazar değmesin reytingi en bol vampir dizisi The Vampire Diaries’in 5x13’ünü (beşinci sezon, 13. bölümünü), sayı olarak da 102. bölümünü geride bırakmış olduk. Bölüm için şimdilik “Bence iyiydi,” diyerek yazıya gireyim, çünkü zaten detayları bol bir yazı olacak. Öncelikle:

Haberiniz olsun: Dizi yine ve yeniden araya girdi, bu seferki de üç haftalık. 5x14 ile 27 Şubat’ta geri dönecek. Spin-off (uzantısı) The Originals da aynı şekilde araya girdi ve dönüş 25 Şubat’ta. Aslında 7-23 Şubat arasında düzenlenecek Kış Olimpiyatları yüzünden sadece bu ikili değil, özellikle yayıncı kanal NBC’nin dizileri olmak üzere birçok dizi iki-üç haftalık araya giriyor.

Anlayacağınız dizi listenizi kontrol etmekte yarar var. Ayrıca bu bölümden sonra 5x14’ün fragmanını izlemenizi de tavsiye ederim.

Düzeltme: Geçtiğimiz yazıda dizide Wes’i canlandıran Rick Cosnett’in TVD ile işinin bittiğini ve The CW’nun yeni sezon için hazırladığı projelerden Flash’a girdiğinden bahsetmiştim. 5x13’te anladık ki ikinci kısım doğru olsa da birincisi tam değilmiş. Aklı dört karış havadaki Damon, Aaron’ı geçen bölüm sonunda öldürünce beyimiz tekrardan ortaya çıkıp yarım kalan işine devam etti. Anlayacağınız çok görünmese de muhtemelen öldürülene kadar ve maksimum sezon bitene kadar bizimle. Ama böyle giderse o kadar beklemeden onu da hallederler düşüncesindeyim.


Abercrombie&Fitch çekimlerinden.

Reklam: Abercrombie&Fitch firması TVD’nin Jeremy’si Steven R. McQueen, Arrow’un Roy’u Colton Haynes ve Revenge’de Charlotte olarak izlediğimiz Christa B. Allen başta olmak üzere birkaç genç yıldızı daha bir araya getirerek geçtiğimiz günlerde bir çekim yaptı. Görüntüler ve resimler nette mevcut. Bir tanesi de yukarıda. Gördüğünüz üzere Steven bir süredir kas yapıyormuş. Gerçi bu bölümdeki gömleğinden de anlaşılıyordu ama yine de söyleyeyim dedim.

Dedikodu: Sizin haberiniz var mı bilmiyorum ama benim geçenlerde öğrendiğim bir şeyi paylaşayım diyorum. Dizide Matt Donovan’ı canlandıran Zach Roering’in iki yaşında bir kızı var-mış. Bu da geçtiğimiz yaz kızı için velayet davası açmasıyla ortaya çıkmış. Çünkü evli olmadığı ‘eski’ kız arkadaşı çeşitli suçlardan dolayı bir süreliğine de olsa hapis cezasına çarptırılmış ve bu durumda da kızın velayeti Çocuk Esirgeme dediğimiz sisteme geçmiş.

Zach de kızının sistemde büyümesini istemediğinden bu yola başvurmuş. Başlamışken ekstraya girmek de istiyorum: Zach ve dizinin Caroline’ı Candice Accola 2011-2012 arası bir dönem sevgililerdi. Çıkan haberlere göre Zach daha öncesinde dizide kız kardeşi Vicky’yi canlandıran Kayla Ewell’la da 2010’da kısa bir dönem sevgili oldu.

Candice de Zach’ten önce dizide Jeremy’yi canlandıran Steven R. McQueen ile 2010’da sevgiliymiş. Kendisi bir süredir gitarist Joe King ile nişanlı. Ian ile Nina’nın ayrıldığını herhalde duymuşsunuzdur. Dizinin Stefan’ı Paul Wesley de önce TVD’de, sonra uzantısı The Originals’da kurt kız Haley’i canlandıran Phoebe Tonkin ile birlikte. Birkaç ay önce dizide Meredith’i canlandıran Torrey Devitto ile boşandılar.

Dizinin arkası da önü ve bir zamanlar Gossip Girl’ün de olduğu gibi hareketli anlayacağınız. İki aya yetecek magazin haberi ve detay vermişimdir herhalde, gelelim artık bölüme:


Ben 20’ler Partisi’nden sonra bıraktım ipin ucunu.

Bir Gossip Girl kadar olmasa da parti vermeye ya da içinde bulunmaya bayılan TVD ailesi bu hafta kendilerine 14 Şubat’tan esinlenme ‘Yalnızlar Partisi’ temalı bir parti buluverdiler. Olan biten ne varsa da bunun çevresinde döndü durdu. Elena’lı günlerine başlayan ve bundan memnun olup, üstüne günlük bile yazan Katherine için her şey yolunda görünse de gördüğümüz üzere ufak da olsa çatlamalar başladı.

İlk başlarda 100. bölümde grubun Katherine’in yaptıklarını sırayla anması misali az aşağıda olduğu gibi bir anne toparlaması ile eğlendirdiler.

Tyler: Annem sekizinci sınıfta derslerden kalıp onu utandıracağımdan o kadar korkuyordu ki benim yerime bütün bir İngilizce ödevini yazdı.

Nadia: Annem o kadar çaresizce arkadaş edinmek istiyordu ki bütün bir kasabayı etkisi altına aldı.

Matt: 
Annem seninle (Tyler’a) takıldı.

Üstelik ben tam da bu sıralar acaba Tyler ile Nadia arasında tek gecelik bir şeyler mi olacak diye kuruyordum kafamda. Ama sonra olan oldu, başına taş düş(mey)esice Tyler, yanlışlıkla duyduğu konuşma sonrasında az daha her şeyin ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Ama annesinin kızı olmayı hak verircesine zeki çıkan Nadia’nın durumu çabuk fark etmesi ve pratik davranması sayesinde toplandı.

Zaten senaryo açısından düşünürsek bu kadar uğraştıkları şeyin bir bölümde yok olması beklenmezdi herhalde. Ama Nadia’nın toparlamasının bedeli de diğerlerine göre daha kontrol edilebilir olan Matt’in her şeyi ortaya çıkarması oldu tabii. Heyecan açısından iyi oldu sanki.


O kadar vampir ve doğaüstü canlının içinde gerçeği ilk fark eden ‘tek insan’ Matt oldu.

Bu bölümün önemli diğer bir noktası da malum Damon/Elena/Stefan aşk üçgenine dönüşümüz oldu. Stefan’ı isteyen Kath, Elena’yı boşverip isteğine yöneldi ve bu arada dakika dakika Enzo’nun da desteğiyle Damon’ın raydan çıkışını izledik. Manyak sonunda Elena’nın kardeşini kaçırıp Bonnie’yi cadı birini bulması için tehdit edecek seviyeye kadar getirdi. Dürüst olayım, Aaron’a yaptığını hala hazmedemesem de bu bölüm Damon o kadar sinirime dokunmadı.

Gerçi benim bu bölümdeki saçlarını beğendiğim Bonnie veya Bonnie’ye parti işinden kaçıp otel odası bulmayı teklif eden Jeremy de sinirime dokunmadı. Galiba sorun Tyler’da. Neyse, Damon kardeşini kaçırınca istemediği bir dozda Elena rolüne bürünen Katherine, Jeremy’ye en sonunda suni teneffüs yapmaya kadar gitmek zorunda kaldı. Bir bu, bir de Jeremy için endişeleniyormuş surat ifadesi yaptıktan sonra kimse görmezken suratı değiştirmesi eğlenceliydi gerçekten.

Seni tanımasam ciddisin sanacağım.

Bir sonraki bölümde başımı beladan kurtarmak için sen geleceksin zaten.

Sırf çatlak Dr. Maxfield’i bulmak için ortalığı ayağa kaldıran Damon ve Enzo, sonunda Bonnie’nin istediklerini verebilmesi ile adamı buldular ama tabii ki bu kadarla bit(e)medi. Aslında düşününce Rick Cosnett’i böyle çıkaracak olmaları makul da geliyor. Ama bölümün başında Aaron’ın çantasından çıkan ve 99. bölümde (5x10) enjekte olmamış olarak kalan iğneye çektikleri dikkat nedeniyle böyle devam etmeyebileceği ihtimaline hazırlıklıydım.

Sonunda da ne oldu dersiniz? Gezginler’den yardım alıp da ikiliyi tuzağa düşüren Dr. Maxfield sayesinde – zaten hangi kafayla öyle boş beleş gittilerse oraya- Damon nur topu gibi Augustine vampiri oldu.

Damon’ın başını belaya sokması yeni bir haber değil. İki kardeşten hangisinin başı belaya girse diğeri koşuyor zaten, bu da alışkanlık oldu. Ama iki bölümdür zıvanadan çıkan Damon, Jeremy’yi kaçırması sonunda Stefan’ı “Geri geleyim deme,” noktasına getirince aklımdan “Stefan’ın sana yardım etmesi kaç bölümü bulacak acaba?” diye geçmişti. Bölümün sonunda Katherine görünümlü Elena ile yaptıkları “O senleyken Damon’ı daha çok seviyorum,” temalı konuşmayla soruyu ağzıma tıktı ve anladık ki bir bölüme kalmaz olacak bu iş.

Ayrıca Katherine için de Stefan avı oldukça verimli gidiyor gibi duruyor ama nedense ben adamın yelkenleri bu kadar çabuk indireceğine inanmıyorum. Damon’ın geri dönüşüyle o iş biraz karışır yine. Bu arada da Kath’in kimliği çıkar ortaya, sonra seyreyle çıkan cümbüşü… Son olarak, içimde kalmasın: Birkaç yazı önce, Jesse de daha rahmetli değilken olası Stefan-Caroline durumundan bahsettiğimde gördüğüm ‘kuruntu’ muamelesinde haksız olmadığımdan dolayı mutluyum açıkçası.

Oluyor mu acaba?

Ben her ne kadar arkadaşlıklarını seven bir taraf olsam da gençlik dizisi izliyoruz şurada. “Olmaz!” dememek lazım öyle kolayca. Hatta ister misiniz Kath’in kimliği ortaya çıkıp da her şey normale döndüğünde –çok çabuk olmasın bu ve Katherine de ölmesin ayrıca- Damon-Elena ve Caroline-Stefan çift olsunlar? Olmaz demeyin, neler oluyor bu dizide. Neyse, böyle yani durumlar. 27 Şubat’tan sonraki bölümde görüşmek üzere artık…

Devamını oku ...