22 Ağustos 2014 Cuma

Ağustos Ayı Yeni ABD Dizileri




Geçtiğimiz Haziran ayında 14, Temmuz ayında 13 yeni Amerikan dizisi başladı ve iki düzine kadarı da yeni sezonlarıyla geri döndüler. Bu sırada bir Dünya Kupası, hatta Cumhurbaşkanlığı seçimi de atlatmış bulunduk ve geldik Ağustos ayına. Bu ay önceye oranla daha az, toplamda yedi Amerikan dizisi başlayacak. Ama bunların hepsinden önce:

*** Ayın yeni dizilerine geçmeden önce geri dönenlerin de kısaca bahsi geçsin:
Altı bölümlük son sezonu bütün bölümleriyle aynı gün geri dönen The Killing 1 Ağustos’ta,
AMC’nin Hell on Wheels dizisi 13 bölümlük dördüncü sezonuyla 2 Ağustos’ta,
İkinci sezonuyla Amerika’da 8 Ağustos, İngiltere’de 12 Ağustos’ta başlayan Please Like Me,
Ülkemizde Cnbc-e’nin de yayınladığı TVLand komedisi The Exes dördüncü sezonuyla 13 Ağustos’ta,
Üçüncü sezonunun ikinci yarısıyla geri dönecek olan Dallas 18 Ağustos’ta,
USA Network’un başarılı dizilerinden Franklin & Bash dördüncü sezonuyla 20 Ağustos’ta,
Dünyaca ünlü bir fenomen olan Doctor Who sekizinci sezonuyla 23 Ağustos’ta,
Disney Channel’ın yayınladığı Ultimate Spider-Man ise üçüncü sezonuyla 31 Ağustosta
izleyicilerin karşısına çıktı ya da çıkmış olacak. Artık gelelim yeni sezon dizilerine…



1) Partners

FX kanalına ait bir yapım. Dizi 4 Ağustos’ta başladı ve sezonu 10 bölüm sürecek; ayrıca ikişer bölümden beş haftalık bir süreçte yayınlanmış olacak. Başrollerinde Kelsey Gramer ve Martin Lawrence olan dizi, bir komedi.

Konu: Hayatlarının en kötü gününde iki adam. Allen Braddock (Grammer) babasının şirketinden kovulmuş bir avukat, Marcus Jackson (Lawrence) ise başından bir boşanma geçen toplum aktivisti. İkili, bu günde beklenmedik bir şekilde mahkemede tanışıyorlar ve aralarında bir ortaklık oluşuyor.

Dizinin 10 bölümlük ilk sezonu, Charlie Sheen’in dizisi Anger Management’ta olduğu gibi iyi bir reyting alması durumunda 90 bölümlük bir yeni sezon onayına sebep olacak.



2) Sequestered

Netflix’in diziler konusundaki başarısından sonra onun gibi bu işin içinde olanlar da dizi işine daha çok eğilmeye başladılar. İşte Crackle da bu yoldan giderek 5 Ağustos’ta sezonu 12 bölüm sürecek olan Sequestered’i sundu.

Dizinin ilk altı bölümü hali hazırda nette ve kalan altı da 14 Ekim’te nete sunulacak. Bölümler ise 22 dakika kadar sürmekte.

Konu: Malcolm Miller, valinin küçük oğlunu öldürmekle suçlanmaktadır ve hakkındaki dava süreci başlamıştır. Dava için bir jüri oluşturulur ve dava boyu kalmaları için bir otel ayarlanır. Miller’ın avukatı Danny Firmin (Jesse Bradford) de suçsuzluğuna inandığı müvekkili için harekete geçer. Tabii yalnız da değildir. Jüri içinden Miller’ın masumiyetine inanan Anna (Summer Glau) başta olmak üzere jüri üzerinde etki savaşı da başlar.



3) Garfunkel & Oates

AMC’ye bağlı kanallardan IFC kanalına ait bir komedi. Sezonu sekiz bölüm sürecek ve kahkaha efektsiz olacak. Sezon 7 Ağustos’ta başladı. Dizinin yaratıcıları ve başrolleri aynı ikili.

Konu: Riki ‘Garfunkel’ Lindhome (Riki Lindhome) ve Kate ‘Oates’ Micucci (Kate Micucci) adlı tanışıp da kısa sürede arkadaş olan iki kişinin profesyonel ve kişisel hayatları üzerine. İkili iş birliği yapıyorlar ve birlikte hazırladıkları satirik şarkıyla çıkışlarını yapmaya, Hollywood içinde de tanınmaya çalışıyorlar. Müzikal komedi yapısında olacak.



4) The Knick

HBO’nun yan kanalı Cinemax’ın yayınladığı ve 8 Ağustos’ta başlayan bir dizi. Sezonu 10 bölüm sürecek ve yine 10 bölüm sürecek olan yeni sezon onayını da aldı. Bir dönem ve tıp dizisi. Dizinin yapımcı ve yönetmeni ise Steven Soderbergh.  Hatta ilk bölümü sizin için Los Angeles’da izledik. .

Konu: Yıllardan 1900, şehirlerden New York. Modern tıp henüz dünyaya uğramadı gibi bir şey. Dizide Knickerbocker Hastanesi üzerinden bu dönem işleniyor. Cerrahından hemşiresine, rahibesinden diğer sağlık görevlilerine kadar kimse olması gerektiği gibi değil. Ayrımcılık, işgüzarlık ve ırkçılık da cabası. Dr. John Thackery (Clive Owen) de bunların arasında işini hırsla yapan, aynı zamanda kokain bağımlılığı olan bir doktor. Hastanenin başına geçmesiyle hikaye de başlamış oluyor.

Not: Kan tutuyorsa veya midenize güvenmiyorsanız ama diziyi izlemek istiyorsanız kendinizi ona göre hazırlayın da girin. Sonradan uyarmadın dememiş olursunuz.



5) Outlander

Starz kanalında 9 Ağustos’ta başlayan ve sezonu 16 bölüm sürecek bir dizi. Dahası Diana Gabaldon’ın aynı isimli sekiz kitaptan oluşan ve ilkinden adını alan roman serisinden uyarlama. Dizinin yaratıcısıysa Star Trek dizileri, Battlestar Galactica ve Carnivale’nin arkasındaki isim Ronald D. Moore.

Konu: Yıllardan 1945. Savaş daha yeni bitmiş ve Claire Randall (Caitriona Balfe) savaş boyu ayrı kaldığı kocası Frank Randall (Tobias Menzies) ile kavuşmuştur. Hatta birlikte İskoçya’ya tatile ve kocasının atalarını arama gezisine de çıkarlar. İşte bir gün oradayken beklenmedik bir olay olur ve Claire kendisini 1743’te buluverir. Yetmez, neredeyse dakika geçmeden başını belaya sokar.

Bu sırada da cesur ve romantik savaşçı Jamie Fraser (Sam Heughan) ile tanışır. Bir de kocasıyla birebir aynı tipe sahip ama karakteri tam tersi olan Jonathan Randall ile. İskoçya’da sivil savaşın devam ettiği bu dönemde Claire de bambaşka bir hayatın içine düşer.



6) Legends

TNT kanalının sezonu 10 bölüm sürecek bir suç dizisi. Dizi Robert Littell’ın Legends: A Novel of Dissimulation adlı kitabından uyarlama. 13 Ağustos’ta ilk bölümüyle arz-ı endam etti. Dizinin arkasındaki isimlerse Homeland ve 24’ün arkasında da çalışmış kişiler.

Konu: Martin Odum (Sean Bean) FBI’da çalışan bir gizli ajan ve kendisini her farklı dava için farklı bir kişiliğe büründüren birisi. Günün birinde ‘gizemli bir yabancı’ onun kendi akıl sağlığını sorgulamasına neden oluyor. Dizide eski karısı, çocuğu, çalışma arkadaşları ve davalarıyla Martin’in yaşamına inilecek.



7) Intruders

Ayın son yeni Amerikan dizisi ise 23 Ağustos’ta başlayacak bir BBC America dizisi. Dizinin yaratıcısı Amerikan uyarlaması Those Who Kill ve X-Files’ın yapımında çalışmış Glen Morgan. Ayrıca kendisi bu ay bir kez daha karşılaştığımız üzere, kitap uyarlaması, Michael Marshall Smith’in The Intrudersadlı kitabından uyarlanmış. İlk sezonu sekiz bölüm sürecek.

Konu: Jack Whelan (John Simm), eski bir Los Angeles polis memurudur. Kendisinden birkaç garip olayı araştırması istenir ve o devam ettikçe karşısına sürekli bir duvar çıkar. Bu araştırmaları devam ederken kendisini gizli bir topluluğa konsantre olmuş bulur. Amaçları başka insanların bedenini kullanarak ölümsüzlüğe ulaşmak isteyen bir topluluğa…
Devamını oku ...

2 Ağustos 2014 Cumartesi

The Vampire Diaries 5x22: Yarım kalmış işler


Aşkınızla ilgili düşüncelerim pek değişmedi ama bu bölüm sevdim ben sizi.
Sevilen ve sövülen vampir dizimiz The Vampire Diaries’in en nihayetinde beşinci sezon finalini de görmüş olduk. Onay aldığını duymuşsunuzdur, daha önce de bahsetmiştim zaten. Geçtiğimiz bölümün sonunda olanla herkesi şok eden dizi, bu bölümde bunu toparlama yolunda bir adım attı ve o yolda güzel bir ilerleme yaşadık. Bu bölümün sonu da elbet diğeri gibi çoğu kişi tarafından laf sayılacak bir şey olabilir ama ben geçenki kadar çarpılmadığını söyleyebilirim. O bir başkaydı. İnsan ileride toplayacaklarını bildikleri için ciddiye alamıyor açıkçası.

Ayrıca ben sonunda ne olacağını da bilerek izledim. Bilmem farkında mısınız ama ne olduğu Twitter Worldwide Trends’e bakınca tahmin ediliyor, zira ben bu yazıyı yazarken saatlerdir orada bulunuyor olmakta. Gelelim artık bölüme:

Bu bölümü daha önce hafif hafif denediğim şeklin bir uygulamasıyla yazayım diyorum, yani Photo-Recap dediğimiz bir şekilde. Nasıl olacak bilmiyorum ama başlayayım:



Geçen bölümün sonunda ölen Stefan az daha bir de uçup gidiyordu ki sadık dostu, en iyi arkadaşı Lexie tarafından kurtarıldı. Lexie sezon finalinde görmeyi beklediğim ve istediğim biriydi. Bölümün sonunda geri dönmemeyi seçmesi kalbimi kırdı ama onu tanıyoruz, onun yolu bu. Yarım kalan işini tamamlayan Lexie huzur da buldu.


Lexie Stefan’ı kurtarmakla kalmayıp beklenilen Steroline konusunda da açık sözlülüğünü gösterdi. Bayıldım valla. Stefan iyi, hoş, temiz kalpli ama biraz kalın kafalı Lexie’ciğim. Görse şimdiye çoktan yol almışlardı. Stefan öteki taraftan döndüğüne göre ikili arasındaki ‘artık’ olacak her şey sonraki sezona kaldı. Neyse ki en azından fitili ateşlediler.



Damon da öteki taraftan geri döndüğünde şunun kulağını bir çeksene Alaric? Bu bölümdegeri dönenlerden biri de Alaric oldu. Kendisini severdim ama Lexie Stefan için kendini feda ederken sen niye ilk önce pat diye Bonnie’den geçiverdin? Yol vereydin ya Damon’a? Haklısın, senarist olan sen değilsin tabii cümlesini sevdiğim.



Hiç Tyler’sız olur mu? Allahın faydasızı ölmesine rağmen geri döndü. Markos’un acımasızlığı kendisini sevmesem bile bana fazla gelmişti. Geri döndüğünde artık vampir bile olmadığına göre makul bir zaman aralığında ölebilir. Senaristlere bu konuda teşekkürlerimi iletiyorum, gerisini de sakıza bağlamayın lütfen. Sakın birisi tekrardan vampir yapmasın şunu!



İkilimiz birlikte Görevimiz: Katliam’ı gerçekleştirdiler. O arada tekrar bir araya da geldiler. Bölümlerce ‘sunum şekli’ nedeniyle uyuz olduğum ‘Delena’ aşkını bu bölümde sevdim. Gerçi Elena’nın Damon’ın arkasından ağlamayı becerememesini bu noktada yok sayıyorum. Katherine’i oynayanla bu kızı oynayan aynı kişiydi, değil mi? Neyse.



Büyükanne bu bölümde pek şeker ve pek gizemliydi. Kendisini seviyoruz. Kurduğu bu cümle yüksek ihtimal Bonnie ve Damon’ın geri dönüşünde anahtar olarak kullanılacak. Umarım araya kaynama olmaz. Dönmek isteyip de dönmesi gereken herkes döndü zaten.



Bu bölümün en şaşırdığım kısmı büyüyü yapmak için yardım aldıkları kişinin Silas olmasıydı. Sonunda o da içeri çekildi ve kalakaldı. Es geçmeyeyim: Silas > Markos. Bölümün sevdiğim diyaloglarıysa: “Beni alamayacaksın,” – Lexie ve “Bu onun yarım kalmış işiydi,” –Stefan. Bonus: “Artık melez değilim,” – Tyler.



Ölse de geri dönenler: Luke, Enzo, Alaric, Elena ve Stefan. Geri dönemeyip arkada kalanlar: Damon ve Bonnie. 3 kesin ölü: Damon, Bonnie, Markos. Lexie ve Gram dönmemeyi seçti, Markos ve Silas isteseler de geri dönemedi. Kol’a ne oldu, Jenna niye gözükmedi o da ayrı konu. Matt’i sağ salim kurtardık sayın seyirciler. Damon ve Bonnie de elbet dönerler.

Koca bir sezon boyunca diziyi sabırla çeviren Ozan’a teşekkür etmemek olmaz tabii ki. Kendimden de biliyorum, bu işler o kadar kolay değil.

* 22 bölümlük sezon için ikisi ilk beş bölümle ilgili özet yazısı olmak üzere 19 yazılık bir ÖzetliYorum serüveni olmuş. Yayında, yapımda, editlemede ve okumada katkısı olan herkesin eline sağlık. Yazanla ilgili diyecek bir sözüm yok, onu Allah bildiği gibi yapabilir. Kalın efendim sağlıcakla, bari size bir şey olmasın…

Devamını oku ...

The Blacklist 1x22: Netice önemli tabii ki


No. 8: Berlin (Peter Stormare)
23 Eylül 2013 Pazartesi başladığımız The Blacklist serüveni yaklaşık sekiz ay kadar sonra sezon finali bölümünün de yayınlanmasıyla noktalanmış oldu. Bildiğiniz üzere ikinci sezon onayı epey önceden gelivermişti, Eylül ayı içerisinde dizi yeniden izleyicilerinin karşısında olacak. Gelen detaylara göre sezon başında Pazartesi ile başlayıp sonrasında kendisini Perşembe gününde bulacakmış ama şimdiden bu kadarı ne size ne de bana lazım olmasa gerek. Ben bölüme geleyim:

Geçen bölümün sonunda, benim hala nasıl tutuklu biri bu kadar haltı karıştırabiliyor kısmına pek akıl erdiremediğim Berlin beyimizi tutuklu bir mahkûm olarak bir uçağın içinde ve bu uçağı da kaza geçirmiş bir şekilde bırakmıştık. FBI Liz birimden ayrılma kararı verince Red’in anlaşmasını bozmuştu, bu bölümün başında da bir hücreye alınırken gördük zaten. Ama bu kısmı pek uzatmadılar, çünkü ortalık yeterince karışık olduğundan Red aldığı desteğin de etkisiyle bulunduğu yerden dışarı çıkıp başladı araştırmasına.

Düzeltme: Geçen bölümde NYPD’nin polis arabasının bulunduğu yerde ne işi olduğunu sorgulamıştım. Bu bölümde hikâyenin özünün New York’ta olduğu ortaya çıktı ama bunlar 21. bölümde veya öncesinde ne ara takım olarak Washington’dan buraya geldiler o kısım bende hala yok. Anlayan varsa beri gelsin, bana da anlatsın.


Konu kocası olduğunda kafası zehir gibi çalışıyor son zamanlarda. Daha önce aklı neredeymiş ki?

FBI ikinci kısmını izlediğimiz Berlin hikâyesinde araştırmasına ilk olarak kaza geçirerek düşen uçaktan ve içindekilerden başladı. Sağ ele geçirilenler, yaralananlar, ölenler derken, yapılan hesap kolay olmasa bile ilk etapta tutmuş göründü. Gerçi yolcu listesini elde etmenin yolu yine bir işler çeviren Rus milletine dayandı ama Amerikalıların bu dizide de, genel olarak da yapmadığı bir şey değil. İşte, bu listeye göre her şey normaldi ama ara ara derim, izlediğimiz şey dizi olduğundan dolayı bir baktık, pardon anladık ki, listede görünmeyen biri varmış; diğerlerinden biri değil ama bu adam bizim Berlin’miş.

Burada birazcık geri saralım, hızlı gitmiş olabilirim. Bizimkiler bu bölümde uçağın içini, dışını, içindekileri, dışındakileri o kadar çok irdeledi ki eğer kaza geçirmemiş olsaydı herhalde söküp baştan takarlardı diye düşünmedim değil. Bunlar Berlin’i arama çalışmalarına devam ederken ama henüz bulamamışken hikâyenin geçen bölümünde göremediğimizden bu bölüm göreceğimiz kesin olan Tom Keen’i de çok uzatmadan görmüş olduk. Bir adama Liz dahil olmak üzere ekiptekilerin adının olduğu bir liste verdi.

Bu andan sonra sanki Berlin derdi yetmiyormuş gibi bizimkiler bir de gizli suikastçılarla uğraşmak zorunda kaldılar. Sezon finalleri güzel olur, hatta polisiye katkılı dizilerde kanlı-kayıplı olur mottosu Amerikalılar'da pek şaşmadığından dolayı listeden vermeyi beklediğimiz kurban Meera oldu. Üstüne de amir Harold Cooper’u da az daha gebertiveriyorlardı, hastanelik oldu. Benim tercihim Cooper’dan olmuştu en başta, saha görevlerinde olsa Aram da olurdu ama işlerin diğerlerine uzanmasını istemiyordum; ki Meera da buna dahil.

Bu derece bir pisi pisine ölme olayı zor bulunur. RIP Meera Malik.

Zaten Meera’nın ölümü de çok “Yazık oldu kızcağıza,” tarzında değil miydi? Suikast dediğin Cooper’a yapılan gibi olur işte, burada kızı harcadılar sanki. Bunun üstüne de zaten sarı şekeri delirttiler, adam işkenceci oldu başımıza. O da az daha başkasını gebertiyordu. Gerçi bu sayede de adının Milos Pavel Kinsky olduğunu öğrendiğimiz Tom’un yanındaki adama ulaştılar Berlin niyetine. Eğer kendisi sahiden Berlin çıksaydı ikinci bir bozulma yaşayacaktım, neyse ki olmadı.

Red’in de dediği gibi bu adam profile uymuyor bir kere. Sonunda da öldü zaten. Ayrıca şöyle bir detay da var: Hani tek bölümlük polisiyelerde tanıdık bir oyuncu bölümde konuksa sonunda çok yüksek bir ihtimal o katil çıkar ya, bunda da öyle bir durum yaşanmış. Ben Peter Stormare’yi görünce tak diye tanıyacak kadar aşina olmadığımdan kendisinin Berlin olduğunu başta çözememiştim. Ama çevremde içinde Ekranella yazarlarından Mert Eşiyok’un da bulunduğu üç-dört kişilik bir gruptan konudaki yorumları yazıdan önce duymuşluğum var. Ben normal bir izleyici profiliyle keşfeden kısımdayım.

Ben yine mi hızlı gittim? Bizimkiler Berlin’in hangi Berlin olduğunu anlayana kadar yolcu listesinde bir eksik olduğunu, onun da tanık ifadelerine göre kurtulmak için kolunu kesen kişi olduğunu fark ettiler. İzlediklerimize bakarsak Red’e Berlin işinde hak verdiğim bir nokta varsa, o da bu adamın kendisiyle uğruna yıllarca uğraşacak ne halt yediğini bilmeyi istemesi. Umarım altını güzel doldururlar ama kaldı diğer sezona. Ben geleyim aklımdaki diğer iki konuya.

Ben de seni seviyorum tatlım. Tez zamanda görüşmek üzere.

İlki Tom, zira atlamak olmaz. Yerini hatırlamıyorum, bir yazıda “Her şey gerçekten sadece oyun mu? Tom hiç sevmemiş olabilir mi?” diye kendi kendime sorup sonunda tamamen oyun olamayacağına dair bir karar vermiştim. Bu bölümde de üstteki repliğin de gösterdiği üzere emin oldum. Tabii ki çıkan karmaşada onu öldüren Liz olacaktı, orasını geçiniz. Gerçi öldürdü dedim ama anladığım kadarıyla bu Liz’in bildiği.

Gördüğünüz veya gördüğümüz kadarıyla Milos’un cesedini almaya gelenler Tom’u bıraktıkları yerde bulamadılar. Yanlış saymadıysam üç kurşun ve o kadar kan kaybına karşılık beyceğizim nasıl hayatta kaldı meçhul ama bırakılan yerde değildi. Cesedini birisi taşımaya kalkmadıysa – ki sanmıyorum, kimin işine yarayacak ki zaten- kendisini yeniden göreceğiz. Görelim de zaten, severim kendisini. Olur da Liz ve Donald‘ın arasını yapmaya kalkarlar falan, araya kaynak olur. Ve gelelim diğer ve son konuya: Babalık.

Bunu uzatmak istemiyorum. Çünkü sakıza çevirdiler malumunuz. Elizabeth Sam’e yapılanı tam olarak unutmadı ama ben Red’teki samimiyete Sam konusunda inandım. Baba konusundaysa bilmiyorum, kafam karışık sayılır. Red’in sırtındaki yanıkları görmek babalık konusunda beni ikna etmeye doğru götürdüyse de bir tarafım hala inanmıyor. Yine de Tom’un Liz’in kulağına söylediği gibi Liz’in babasının yaşıyor olduğu gerçeğine hazırım ben. Red belki de Liz’i tehlikeye atmamak için kızıysa eğer bunu saklamak istiyordur. Değilse de elbet vardır bir amacı, bu adamın hep oluyor çünkü.

Bu nasıl bir sırttır böyle?

Dördüncü bölümde Red’in Yahnici’nin öldürdüğü kişileri çektiği resim kartelinden aldığı resimle Berlin’in kızının resminin aynı olduğu detayını size bırakıp çekiliyorum huzurdan. Gelecek sezonda Red ve Liz maceralarına devam edecekler ve başka birçok şey açığa çıkmış olacak. Böyle sezonu ve yazıyı da bitirdik, hadi hayırlı olsun…

* 22 bölümlük sezon için biri ilk dört bölümle ilgili özet yazısı olmak üzere 19 yazılık bir ÖzetliYorum serüveni olmuş. Yayında, yapımda, editlemede ve okumada katkısı olan herkesin eline sağlık. Yazanla ilgili diyecek bir sözüm yok, onu Allah bildiği gibi yapabilir. Kalın efendim sağlıcakla, bari size bir şey olmasın…

Bir sezon boyunca sabırla diziyi çeviren Orhun Ergül’e teşekkür etmemek olmaz tabii ki.
Devamını oku ...

The Vampire Diaries 5x21: Küstüm, oynamıyorum ben


Bölüm sonu üzerine: Yayında ve yapımda emeği geçen herkesin ABV. Küstüm, oynamıyorum ben.
Sezon finalinde veya oraya doğru giderken yaptıklarıyla diziyi izleyenlerin hayatında ömür törpüsü görevi gören dizi The Vampire Diaries’in bir ÖzetliYorum’undan daha merhaba. Giriş resminin altında da dediğim gibi malum haltı yiyenlere en içten teessüflerimi ve her ne kadar etmesini sevmesem de beddualarımı göndererek yazıya giriş yapayım, bir içimde kalmasın ve gelelim bölümün içine:

Geçen yazıda “Dizide sezon finaline kadar ne olacağını biliyoruz zaten, sadece oturup izlemesi kaldı,” gibi bir laf etmiştim ya ben, 21’den sonra bu lafı ettiğim için de kendime teessüf ettim. Bu nasıl bir vizyonsuzluksa artık, insan hayret etmeden edemiyor. Gerçi “Ben böyle bir şey olacağını tahmin etmiştim,” diyecek bir şey varsa kendisine kahve içmeyi sevmeyi öğrendikten sonra bir fal baktırayım diyorum. Bir kez daha nezaketi elden bırakmadan “Allah sizi bildiği gibi yapsın!!” diyeyim, çünkü hala sinirim tepemde ve atlatamıyorum! Biraz sakinledim galiba, nerede kalmıştık?

Geçen bölümün sonunda görsel ikiz kanına ihtiyacı olan Gezginciler Elena ve Stefan’ı kaçırmışlardı. Bu bölümün başında da ikisini kanları çekilirken bulduk. Markos istediğini alma yolunda emin adımlarla devam ediyordu. O sırada sonradan Maria olduğunu öğrendiğimiz ama o sırada bilmediğimiz gizemli yardım eli sayesinde ikisi de kaçmayı başardılar. Tabii bu, o zamana kadar alınan kanların kullanılması durumuna bir etki yapmadı. Ama bu kısım birazdan.


Bu konuşmanın içeriğinin garip olması gerekirken olmaması bence dizi açısından güzel bir durum.

İşte biz daha fasulyenin faydalarına gelmemiş ama ona doğru ilerlerken gayet eğlenceli zamanlar geçirmeye başladık. Zira ben bölümün ilk yarısında dizinin çoğu bölümünde olmayan bir şekilde eğlendim. En başta, esaretten kaçan Elena-Stefan ikilisinin güçsüz oldukları için ormandan doğal yollarla kurtulmaya çalışırken başından geçenler var. Lafın Caroline’a gelmesinde dilimizde ‘bıyık altından gülme’ durumunu yaşadım ben. Elena’nın otostop için kendisine ‘düzeltme’ yapması da başka bir konu. Aslında izlerken bunların ekran görüntüsünü aldım ama yazıyı geçen seferki gibi Photo-Recap durumuna çevirmeyeyim dediğim için koymuyorum. (Editörün notu: Bizce sakıncası yok valla, çevirebilirsin.)

Öncesinde Stefan’ın Damon ile ‘Dört gündür ortada yoktuk ama bizi bulamadın mı?’ başlıklı konuşmasını; Matt’in Damon’a, Stefan’ınsa Elena’ya diğerini hatırlatırcasına söylediklerini yukarıdakilerin yanına bırakıp konu değişikliğine gidiyorum. Düşün, Damon’ın Matt’e laf sokmasına bile takmadım yani, hatta güldüm.

Gezginler ellerindeki kanı kullanmaya başladılar demiştim. Tüm bu durum beraberinde epey bir karmaşayı getirmiş oldu. Çünkü anladık ki adamlar üzerlerindeki laneti kırmanın yanında cadılardan alınacak intikamın da peşindelermiş; bu durum da onlar üzerinden vampirlere sıçrayacakmış. Harbiden dişli çıktılar yani. Bir Klaus olmasalar da kafa çalışıyor işte. Başından beri yakışıklı da bulmadığım Markos da en baş örnek işte size.

Meğerse bunlar cadıların yaptıklarını etkisiz hale getirince vampirlerin gün ışığı yüzükleri de iptal oldu. Dahası üçlü ve haliyle biz, vampirlikleri ‘henüz’ kaybolmasa da –ki işin sonu oraya da gidecek güya- zamanında nasıl öldüyse bu durumun kısa bir fragmanını yaşadık. Bölümün en beğendiğim detayı da Elena, Stefan ve Damon’ın zamanındaki ölüm şekillerinin günümüze yansımasını da göstermeleriydi. Araya bir Caroline da sıkışsa olurdu da neyse artık. Bizimkilerin hali hiç iyi değildi anlayacağınız. Yine de toplanıp kaçtılar işte bir şekilde. Kolay gelsin bakalım…

‘İtiraf et de kurtul’dan ‘keşke olsaymış’ aşamasına döndüren dizi: The Vampire Diaries.

Diğer tarafta işlerin yolunda olmadığı malumunuz. Hala patlayamadı, bekliyoruz bakalım kimi alacak, kimi bırakacak diye. Bildiğimiz tarafı, giderken peşinde Bonnie’yi de götürecek. Ben Bonnie’yi pek sevmem, ama cadılık olayıyla bizimkilerin arkasını topla topla bitirememesi nedeniyle saygımın olduğu birisi. Bu bölümde de aynı şekilde kendisine saygı duyasım geldi. Yine uğraştı ve didindi son ana kadar, helal olsun.

Bölüm sonunda Stefan’a Maria’nın Viki gibi bilinmezliğe doğru uçuşu üzerine söylediği “Kaybettim,” lafının tonlaması bile güzeldi. Onlar ne yapar bilmiyorum ama o andan sonrasında bende bunları kurtaracak bir yol bulunmuyor. Onlar bulursa ne ala. Fragmana bakarsak malum sondan haberleri yokmuş gibi görünürcesine -o da nasıl oluyorsa artık- Mystic Falls’u patlatmaya kalkışıyorlar. Temiz bir yol tabii de her şeyi daha rezil bir hale getirmenin de en temiz yolu aynı zamanda. O yüzden sezon finalindeki şu geleneksel ‘her şeyi olmadık bir noktada bırakma’ kısmına çok pis maruz kalacağız gibi.

Neyse sezon finali bir zahmet şimdilik dursun, en iyisi ben geleyim artık malum yere. Bir toparlama lazım. İki yazı kadar önce bahsettiğim röportajı da dahil edip başlayayım diyorum, sonuna varırsam bu yazı da yayına girecek zaten.

Not: Damon-Elena öpüşmesini unutmadım aslında, unutma numarasına yatacağım. Bunun da değerlendirmesini isteyen yoktur herhalde. Ayrıldıklarından beridir her bölüm öpüşüyorlar zaten.

Olanların faturasını Julian’a değil, Tyler’a çıkarıyorum.

Bölümün en katıldığım repliği buydu.

Geçen bölümde Julian kalıcı olarak Tyler’ın içinde kalmıştı. Karısı Maria bu bölümde Stefan-Elena’yı Gezginler’in elinden kurtardı. Julian da Markos konusunda Damon’a en azından elinden geldiğince yardım etti. Buraya kadar tamam. Ama sonra Liv ve kardeşi Gezginciler’i durdurmak için iki görsel ikizden tekini öldürmeye tekrardan kalkınca o arada Maria ölmüş oldu. Bu da kahrolası bir dönüm noktasına neden oldu. İkisi de gruplarına ihanet etmişti ama Maria arada telef olunca Julian’ın tepesi atıverdi. Yanlarında Caroline ve Stefan varken Caroline’a saldırmaya kalkınca Stefan da karışıp karşılık verdi. Başladılar kavgaya.

Bu dediğim olay neredeyse son iki dakika içinde vuku buluyor tabii ki. Çok uzun sürmedi, bir baktık ki bunca zamandır yedikleri her türlü kazık kalplerini santim santim ıskalayan vampirlerimizden biri olan Stefan’ın kalbi kahrolası Tyler görünümlü Julian’ın elinde kaldı. Affedersiniz ama ben o sırada ekrana mal gibi bakakaldım. İnanamamazlıktan çok kabullenememe olsa gerek. Gözü yaşlı Caroline’ı kuruyan Stefan ile bırakıvermiş olduk. İyi halt (!) da olmuş oldu.

Şimdi ben bunu nasıl yaparları hadi geçtim de dahasını düşünmemeyi geçemedim. Bu dizi güya ölen Jeremy ve Bonnie’yi döndürdü. Markos öteki taraftan kaçtı geldi. Bu dizinin geri döndürmeleri epey meşhur. Ama diğer yandan bahsettiğim o röportajda yapımcının üç karakterin ‘gerçekten’ öleceğinden bahsetmişliği var. Birine Enzo desek, gerçek ölüm için etrafta pek fazla karakter de olmadığı için –benim aklımda ikiz cadılardan birisi vardı- Stefan güzel bir aday gibi duruyor. Ama işte, bu diziye güvenilmediği ve arafta kalındığı için de insan deli oluyor.

Evet etsin. Böyle iş mi olur lan? Mağdurum ben.

Şu an ben bu satırı yazarken henüz herkes ölüm üstüne konuşmakla mevcut. Resmi bir ayrılık açıklaması görmüş değilim. Paul Wesley’in Twitter’ında “Stefan is done-zo. Sorry guys,” (Stefan’ın işi bitti. Kusura bakmayın millet.) şeklinde tweet atmışlığı var, onu ne yapsak hiç bilemedim. Şimdilik elimizde kalan sezon finali bölümünü beklemeye koyulalım bari diyorum. Bir ihtimal orada geleceğe dair sorulara bir cevap alınır. Belki de resmi bir ayrılık açıklaması gelir. İkisi de olmazsa bekle babam yeni sezonu artık.

Kalp ya?! Adamın elinde kalp kaldı. Allahım ‘çıldırıciğim’, sen aklımı koru! Daha Stefan-Caroline olayını kurmadınız siz, hepsi bu kadarsa çok bozulurum ama ben. Neyse gideyim artık. Haftaya görüşürüz sezon finali ile.

Devamını oku ...

The Blacklist 1x21: Birbirinize kaldınız desenize


No.8: Berlin (Yüzünü görmediğimiz adamın teki).
The Blacklist’te sezonun bitmesine ‘sadece’ bir bölüm kala geldik yine karşı karşıya. Dizi de bundan nem kapmış bir şekilde fasulyenin faydalarını gözler önüne serercesine bir bölümle karşımıza dikilivermeyi tercih etmiş. Sezon finali için hazırlık mahiyetinde de bir bölüm olduğu için diğer bir taraftan içi boş bir bölüm olarak değerlendiren de çıkabilir. Anlayacağınız biraz kişisellik var ortada ve ben ilkine daha yakınım. Gelelim bakalım bu bölümün detayına:

Bu bölümün odak noktası sezon başlarında işlenen türe yakın bir vakaydı: İnsanlık için aşırı dozda zararlı olan bir virüs. Bölümün başında adamın tekini helak da etti zaten. Sonra da işin içine Reddington’ın girdiğini, daha doğrusu FBI’ı soktuğunu izledik. Ama o kadar da basit olmadı, çünkü kendisini büyüten babasını Red’in öldürdüğünü nihayet anlayan Liz onunla çalışmak istemeyince, Red’in tek şartı da Elizaebth olunca ortalık gerildi. İkna çabaları da pek işe yaramayınca işler tek bir noktaya vardı:

Elizabeth ‘son bir görev’ niyetine mecbur kalmışçasına transferi öncesi işi aldı ve başladı koşturmaya. Tabii bunun başka bir anlamı daha oldu: Bulundukları ve çalıştıkları gizli birimin işi Red ve listedekiler olunca, Liz’siz de Red olmayınca birimin dağılma durumu. Alttan üste kadar herkesin hayatını bir şekilde etkileyecek türden bir karar anlayacağınız. Bölümün gidişatından ve dizinin geleceği açısından öyle bir şey olmayacağını bliyoruz ama dizi oraya gidiyor işte şu an. Gitsin bakalım.


Bunu yaptığı/yaptıkları için minnettar olabilirim.

Bu bölümün en sevdiğim tarafı resimdeki cümleyle başlayan açıklamalar dizisi olsa gerek. 21 bölüm boyunca 20 tane liste adamının üstesinden geldik ve bunların en azından bir kısmının birbiriyle bağlantılı çıkması hoşuma gitti. Red gibi yüksek öncelikle aranan birisinin nasıl olup da polise öylesine teslim olduğunun sorusunu sorgulamayı ben bırakalı epey bir olmuştu. Her şey Liz ile bağlantılı gibi dursa da tamamıyla öyle olmamakla birlikte son zamanlarda daha da ayyuka çıkan düşmanla ilgili planlar içinmiş meğerse bu durum. Adı Berlin olan, Tom’u da Liz için tutan hani.

Bu arada unutmadan, geçen bölüm New York’un altını üstüne getirdikten sonra bölümün adını Berlin koymak insana şehir ismi düşündürtmüyor değildi. Geçen yazının sonunda bir miktar ben de düşünmüştüm. Sonrasında bölüm adlarının yer ve durum değil de kişilere yönelik olduğu dank edince Berlin’in de yer değil kişi olduğu ortaya çıktı. Bu noktada söylemek istediğim şeyse o gördüğümüz, daha doğrusu henüz göremediğimiz kişinin ne saçma birisi olduğu. Yoksa o gördüğümüz Berlin değil miydi?

İnsan Red gibi birine düşman olarak oturaklı, güçlü, zengin falan birisini bekliyor. Bu adam bir uçağın içindeydi, yanılmıyorsam elleri kelepçeli gibi bir şeydi ve anahtar mücadelesi gibi bir şey oldu uçakta. Bölüm sonunda uçağı düşünrmelerine girmeyeyim, onu olmamış varsaymaya çalışıyorum.


New York’u geçen hafta kapattık biz. Ne işi var Washington’da NYPD arabasının?

Berlin’i şimdilik düşen uçağının içinde bırakıp döneyim ben virüs konusuna:

Seçilen virüs adı Cullen olan bir virüstü. Oldum olası etkileri bu tarz insanı bitiren virüslerle ilgili bir şey izlemeyi sevmişimdir zaten. Basit versiyon korku filmlerini kastetmiyorum, onlar ayrı. Buradakinin sunumunu da sevdim. Bölüm başındaki görevlinin kurtulmayı hiçe sayıp ve adamların istediğini yapmayıp kendi işini bitirmesini benim yapmayacağım ama saygı duyacağım bir şey olarak tanımlıyorum.

Bu virüs insanları öldürmeye yarasa da bir diğer yararı kendisi için kolay olmasa bile Liz’in Red’in yanında kalmasını sağlaması oldu. İkili bu yolda Einstein bozması hafif kafadan çatlak bir profesörü iki kere –aralarda didişerek- ziyaret ettiler. Detayları öğrendiler, gerekli adamı saptayıp etkisiz hale getirdiler falan filan. Buralar her bölümde ya da çoğu dizide olan şeyler zaten. Bu işler olurken bir yandan da Liz’in ekipten çıkmasından dolayı Red’in anlamamasının iptali ve tutuklanması planı yapıldığı için ben aslında o kısımla ilgileniyordum. Red’ten nefret etse bile içi ‘kaldırmayan’ Liz bunu fazla ileri götüremeyince bölüm sonunda –hiç de fazla ileri gitmemiş sahiden- ikiliyi güzel bir konuşmanın içinde buluverdik.

Bu bölümün hoşuma giden diğer tarafı da buydu zaten. Muhtemelen James Spader oyunculuğunun verdiği güzelliğin altında bu sefer/bu sahnelik Megan Boone’un kalmamış olmasının etkisi de vardır.

Always and forever. (Her zaman ve daima.)

Bölümün sonunda bu konuşmayı yarım bıraktığımız için ben de yarım bırakıp devamını istediğimi söyleyerek yazıyı toplayayım diyorum. Çünkü bunun ilerisi Berlin gibi o çeşit koşulları olan bir adamın Red’in başına nasıl bu kadar bela olabildiğine varacak. İnsan takmadan edemiyor.

Bu hafta kısa bir giriş yaptığımız Tom mevzusunu gelecek bölüm bir nihayete erdireceğiz gibi. Bu bölümde midesini sevdiğim, gitti kendisini takip eden adamı etkisiz hale getirdi, yetmedi adamın dövmesini vücudundan kazıyıp Red’e gönderiverdi. Kanlar hala ortalıkta olmasa güzel bir hediye bile olabilirmiş dedim ben. Gelecek bölümün fragmanında da elindeki silahı Elizabeth’in kafasına dayamış ve karşısında Red varken görünüyor; dolayısıyla hikayenin sonu olabilir bu durum. Ama umarım olmaz, bakalım...

Böyle yani. Haftaya sezonu kapattığımız için dananın kuyruğunu orada kopartırız artık. Aşağıya şunları bırakıp gideyim ben.

Bölümün Replikleri:

- Sen onu değil, o seni seçer. (Tom öldürmeden önce karşısındaki adama Berlin’den bahsederken. Kurşundan değil egodan ölecek cancağızım.)

- Şantaj böyle yapılır güzelim. (Güzel şantaj yaptığını düşündürten virüs adamının kendi kazdığı kuyuya düşmesine beş kala ağzından çıkan söz. Akılsız olunca böyle oluyor.)

- Hayatında hiç bencil olmadığın oldu mu senin? (Liz Red’in gözünün içine baka baka virüs araştırmalarını kendisini manipüle etmek için kullanmakla suçlarken. Güldüm ben söyleyiş biçimine.)

- Bunların hiçbiri seni kaybetmekten kötü değil. (Red’in tutuklama teşebbüsüne beş kalmışken Liz’e söylediği söz. Adamın içindeki romantiğin ağzı laf yapıyor sayın seyirciler.)


Devamını oku ...