2 Mart 2015 Pazartesi

How to Get Away with Murder 1x12: Bazen sevdiğini harcaman gerekir

Kaslı adamı harcadılar Matmazel.Kaslı adamı harcadılar Matmazel.
Bir How to Get Away with Murder bölümünden daha merhabalar efendim. Sezon finaline yaklaştığımız için olayların bir yandan karışırken bir yandan çözülmeye devam ettiği bir bölümü daha arkamızda bıraktık. Kaldı geriye üç tane. Gelelim bakalım bölüme:

Ekstra: Birkaç gün önce Wikipedia’nın deyimiyle rengi beyaz olmayan oyunculara verilen NAACP Image Awards’un kazananları belli oldu. Törende HTGAWM Drama Dizisi, Viola Davis de Drama Dalında En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandı. Wes ve Michaela karakterlerini canlandıran ve adaylıkları bulunan iki oyuncu ise elleri boş döndü, onların ödülleri Shonda Rhimes’ın diğer dizisi Scandal’dan iki oyuncuya gitti.

Not: Dizideki ev arama sahnesinde çalan şarkı Nostalghia – Homeostasis. Bölümü izlediğimden beri aklıma geldikçe dinliyorum, tavsiye ederim.

Geçen bölümde Sam’in çöp sahasında kalıntıları bulunduktan sonra işler herkes için karışmıştı. Olay haberlere yansıdıktan kısa süre sonra ve Annalise ile Hannah halen yemekteyken polis kapılarına dayandı ve ikisi de bu sayede olanları öğrenmiş oldu. Hannah elbette bütün suçu anında Annalise’e attı ama yeterince delil olmaması demek her şey demek. Polis o an için bir şey yapamadı elbette. Ama bu kadarla kalmadık tabii ki. Yine kişileri böleyim diyorum ben:
Hangi Keating’i istemiştiniz?Hangi Keating’i istemiştiniz?
Annalise: Hayatına her şey yolundaymış gibi devam etmeye çalıştı. Kocasının durumundan dolayı kendisiyle çalışmak konusunda tereddüdü olan eski bir müşteriyi ikna etti ve bölümün davası da bu şekilde devreye girdi. Konu: Konteynırında uyuşturucu bulunan birisini savunmak. Başardı mı? Elbette. İlk başta ailenin içinde polisin yanında bir köstebek olduğu düşünülse de ortaya çıktı ki yıllardır aileyi araştıran polis müdürü, kasıtlı olarak ailenin üstüne gitmek için birkaç dalavere çevirmiş. Her ne kadar uyuşturucu kabak gibi ortada olsa da adam Annalise sayesinde kurtulmuş oldu.

Yalnız bu sırada olanlarda bir noktaya takılmış bulundum:: Kocası öldürülen veya sevdiğini kaybeden birisi ‘dışarıya’ karşı illa ki yas durumunda mı olmak zorunda? Annalise’in dedektife veya çevreye çıkışması o nedenle gayet yerinde geliyor bana. Bence insanların dışarıya karşı duygusuz görünebilme hakları bulunmalı. Aklım bir şeylere ermeye başladığından beri yakınım birini neredeyse kaybetmediğimden de böyle düşünüyor olabilirim ya da düpedüz duygusuzumdur. Henüz bilmiyorum.

Not: Birazdan konuya geleceğiz ama şimdiden yazayım. Annalise’in Nate kararını destekliyorum.

Hannah: Elbette geri adım atmadı ve polise Annalise’in Sam’i bir vakitler tehdit ettiğini söyleyerek konunun üstüne gitti. Polis bu sayede ev için arama izni çıkarttı ama temizlik güzel yapılmıştı. Bir şey bulamadılar. Kardeşinin yanmış kalıntılarının resimlerini görmek onun için kötüydü elbet, benim için de ülkenin durumundan dolayı talihsiz bir rastlantı yaşanmış oldu. Hannah konusunda bir de Annalise’in kadını kardeşinden hoşlanma, yani ensestle itham etmesi var; o kısmı deşmeyeceğim.

2+3=52+3=5
Bonnie: Annalise’in kendisini dışladığını düşündüğü için üzüldü ve Sam’den Frank’e bahsetti. Ev aramasını engellemek için Hannah’a karşı mahkemeye çıktı ama yapabileceği çok bir şey yoktu zaten, o iş de yattı. Bence bölümün belki de en zevkli anı onun bulunan ipuçları üzerine iki ile üçü toplayıp suçluların ‘kimler’ olduğuna ulaşması ve Annalise’e “Onlar için kendini yakma!” nasihatını vermesiydi. Annalise de hem beşliye verdiği sözün arkasında durdu ve hem de herkese yarayacak bir çözüm buldu: Suçu Nate’in üstüne atmak.

Bonnie’yi anlıyor, hatta kendime benzetiyor olmam valla boştan değil…

Wes: Rudy konusu basit bir konu değil derken haklıymışım. Öğrendik ki Rebecca bir vakitler Rudy’nin evinden çıkan seslerden dolayı polisi aramış ve ondan beridir kendisini gören olmamış. Tutuklanıp tutuklanmadığı bile belli değil. Ben bu konunun üstüne gidileceğini, hatta ikinci sezon amaçlı önemli olabileceğini düşünmeye başladım.

Michaela: Yüzük bulunduğundan bahsedildiği zaman yaşadığı korkuyu güzel yansıttı. Yüzük sonradan Nate’in parmak izinin olduğu Sam’in yüzüğü çıktı ama o birkaç saniyelik korku iyiydi gerçekten. Sahi şu kayıp yüzük olayını bir ara halletseler ya… Çünkü Nate en nihayetinde hapsi boylar mı ben pek emin değilim. O boylamazsa dava açık mı kalır, kim bilir kime kalır işte onu daha çok merak ediyorum.

Not: 14. bölümün adı ‘Lila’nın Öldüğü Gece’. Bu da dursun.

Connor: Beşli içinde bölümde hikâyesi güzel olan yine o değil miydi ya? İtiraf edeyim ben Connor’ın söylemlerini duyduktan sonra bu sefer Annalise’in sabrının taştığını düşünmüştüm. Yaptıkları konuşma ise çok başka yere gitti. Bence Annalise ikisinin benzer karakterlerde insanlar olduğunu anlatırken haklıydı. Benim Connor ve Annalise’i diğerlerinden ayırmam da belki de bundandır. Zaten bölümdeki bir diğer empatim ve sempatim de bu sahneyeydi.

Senle ben birbirimize benziyoruz.Senle ben birbirimize benziyoruz.
Diğerlerini özellikle açmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Laurel olanları idare etmeye çalışıyor, onun hikâyesi bölümde Frank’ten yana yürüdü. Asher’ınki de keza dava araştırmalarını saymazsak Bonnie kısmından yürüyor şimdilik. Frank desen Annalise’in bir numaralı pis işler müdürü olarak çalışmaya devam ediyor. Rebecca’yı geçsek de olur. Zaten geriye de kimse kalmamış oldu.

Yani bu haftalık da böyle. Artık haftaya yayınlanacak bölümden, yani Annalise’in annesini izledikten sonra tekrar görüşmek üzere efendim.

Not: Annalise’in annesini Oscar adaylığı bulunan Cicely Tyson canlandıracak.
Devamını oku ...

How to Get Away with Murder 1x11: Dirisinin ne hayrı vardı ki ölüsünün olsun?

    Sezon finaline dört bölüm kala cinayet şüphelisinden kalanlar bulunursa…Sezon finaline dört bölüm kala cinayet şüphelisinden kalanlar bulunursa…
    Bir How to Get Away with Murder bölümünden daha merhabalar efendim. Geçen bölümde olduğu gibi yine parçalı ve güzel bir bölüm izledik, sonunda da aynı şekilde bombayı bırakıp ortadan kayboldular. O zaman başlayalım bakalım:
    Ekstra: Dizinin Connor Walsh’u Jack Falahee, geçenlerde Out Magazine için bir çekime katılmış ve bu sırada yapılan röportajda cinsel kimliği konusundaki merakla ilgili “Eşcinsel mi, düzcinsel mi olduğumu açıklamayacağım,” demiş. Bulunduğu konumdan ve insanların tepkisinden memnunmuş ve “Tercihimi açıklasam insanlar yine inanmayacaklar zaten,” demiş.

    Günlük hayatta öpüşürken görüntülendiği biri olursa ben inanırım, baştan söyleyeyim. Çekilen resimlere ve haberin orijinal haline bakmak isterseniz şuraya bakabilirsiniz.

    Geçtiğimiz bölümde Annalise’in görümcesi Hannah davadaki karardan sonra ortaya çıkmıştı. Elbette kardeşinin bu işi yapabileceğine inanmıyordu ve bu yüzden etrafta kalıp olayın gerçek yüzünü araştırmaya niyetliydi. Zaten bir kere tersi olsa şaşacağım. Annalise içinse belki de aşması gereken son tehlike.

    Bölüm boyunca yaşanan tüm olaylar Noel zamanı ve sonrasındaydı. Dolayısıyla ekipteki herkesin yaşananların üzerine tatili nasıl geçirdiğine göz attık. Tatilin ardından okulda ikinci sömestr başlamış oldu ve ders sistemi aynen devam etti. Dizidekiler dersin ya ikincisini (Ceza Kanunu 102) alıyor ya da bu ders iki dönemlik. Ben zaman zaman her yılın başında dört yeni öğrenci seçen Annalise’in yeni öğrenci seçip seçmeyeceğini veya bu konuyu nasıl bağlayacaklarını merak ediyorum da… Zira bu ekibi kaybetmek istemediğime karar verdim. Belki Asher olabilir…

    Keating beşlisi ve diğerleri Lila, Rebecca,  Sam derken bir süredir yapmadıkları bir şeyi yapıp yeni bir dava da aldılar üstelik.

    Orta kısım üçüncü sıra, soldan dördüncü sandalye. Ben olsam oraya otururdum.Orta kısım üçüncü sıra, soldan dördüncü sandalye. Ben olsam oraya otururdum.
    Öncelikle davadan bahsedeyim diyorum. Annalise’in kocası konusunda yaptıklarını duyan ve sonradan deliye yakın olduğunu anladığımız bir kadın, kocasının bodrumda hapis tuttuğu birisi hamile iki kızı kurtarması için Annalise’e geldi. Hikâye öncesi davayı reddeden Annalise durumu öğrenince kabul etti. Reşit olmayan kızlarla birlikte olan sapık koca tutuklandı, eş için de hapsin olmadığı bir anlaşma ayarlanmaya çalışıldı.

    Ne zaman ki işin içine hapsolan kızların ifadesi girdi, ondan sonrası karıştı. Anladık ki kadın kocasının yaptıklarını hissetmesinler diye kızların içeceklerine ilaç katıyormuş. Bu nedenle alacağı anlaşma iptal oldu. Yeni bir şey ararken Wes ortaya çıkardı ki daha önce hamile olan diğer kızın doğurduğu ve herkesin ölü diye bildiği kızı bu kadın gizlice büyütüyormuş. Hapis cezasız bir kurtuluş almak istemesi de bundanmış. Durum ortaya çıkınca kadın da hapse gitmiş oldu ve çocuğu asıl annesine teslim ettiler.

    Benim bu davadaki sevdiğim nokta Annalise’in sorgu odasında kadınla yalnızken “Kızın yerini söylersen anlaşmayı alacaksın,” yalanını söylemesiydi. Anlaşmanın olmadığı ve kadını kandırdığı hissediliyordu ama oyun yapması güzel oldu işte. Ayrıca kurtarılan küçük kızı gördüğünde yüzündeki anne olamamışlığın izleri de okunabiliyordu.
    Gelelim bölümdeki diğer detaylara:

    Bu adamı her gördüğümde aklıma karın ve sırt kasları geliyor. Eminim Annalise’in de geliyordur.Bu adamı her gördüğümde aklıma karın ve sırt kasları geliyor. Eminim Annalise’in de geliyordur.
    1) Annalise: Bütün tatili otel odasından dışarı çıkmayarak geçirdi. Tam bir “Depresyondayım, aldatıldım, metresinden çocuk peydahlamış kocam öldürüldü, çok yalnızım,” vakası. Görümcesi ve Bonnie dahil herkese yıllardır görüşmediği annesinin yanında olduğunu söylemiş. Olay yüzünden depresyona girse de dava kafasını toparladı ve hatta bölümün bir noktasında Nate’le yarı çıplak sarılmış konuşuyorlardı.

    Bu arada öğrendik ki veya benim yeni dikkatimi çekti, Nate’in karısı rahatsız ve hastanedeymiş. Hatta artık Annalise’den de haberi varmış.

    2) Wes ve Rebecca: Her zamanki gibi eğlenceli tarafıyla yaşama devam eden Rebecca’nın yanında olay gününde yaşananların etkisinden kurtulamamış bir Wes. Hatta Noel zamanı onun odasında ve olay günüyle alakalı-alakasız kâbuslarla geçmiş. Hannah’nın ortaya çıkmasından huzursuzlansa da Annalise’e güvenmek durumunda kaldı. Bir ara Wes’ten önce dairede yaşayan Rudy Walters’a büyükannesinden mektup geldi ve ben de Wes gibi meraklandım.  Acaba bu konuya yine değinirler mi?

    Ek: Connor’ın ikinci dönemin ilk günü Wes ile yan yana geldiklerinde Wes’in ilk dönemin ilk gününde söylediği cümleleri aynen ona söylemesi beni güldürdü.

    3) Michaela: Annalise ile kapışsalar da totale bakarsak hayatı en yolunda gitmeyen Michaela olsa gerek. Bölümün başında mutluluk yalanı söylese de sonradan anladık ki depresyondaki bir başka kişi de o olmuş. Yetmemiş, içkiyi fazla kaçırıp sevgilisini bir ‘erkekle’ yakınlaşmakla suçlamış. Bu da Aiden’ın düğünü ertelemek istemesine neden oldu… Geçmiş olsun.

    Ek: Kaybolan yüzüğünün sahtesini yaptırması güzel olmuş da umarım ayağına dolanmaz.

    Laurel’ın kardeşi Adrian yakışıklıymış. Acaba gay midir?Laurel’ın kardeşi Adrian yakışıklıymış. Acaba gay midir?
    4) Laurel: İtiraf edeyim, en eğlendiğim buydu. Ailesiyle arası pek iyi olmayan Laurel, yemek sırasında son dönemde yaşadıklarını Sam üzerinden özetledi, bir erkek arkadaşı olduğundan ve iki erkeği aynı anda idare ettiğinden bahsetti ve annesine kendisini hiç arayıp sormaması konusunda masada laf sokuverdi. Bunun üzerine babası tarafından yemekten kovuldu ve o da gülümseyerek yemeği terk etti.

    Bu sırada kardeşine bakmaya çalışırken dikkatim biraz dağıldı ama ana konu bu şekilde, ondan eminim. Sahi biz aileleri de biraz katsak ya bu hikâyeye?

    5) Connor: En sakini ve hatta güzeli. Onun da Connor’a erkek ayarlayan ve hoşuma giden kız kardeşi Gemma’yla tanışmış olduk. Daha önce arasının bozuk olduğunu itiraf ettiği babası ortalıklarda görünmedi ve Connor kız kardeşine Oliver’dan bahsetti. Ayrıca tatilin birazında da Oliver’ın yanındaydı. Tatil zamanı araları düzelmemiş ve soğuk gibi dursa da dönem açıldıktan sonra her şey yoluna girdi ve bir öpüşme ile kapandı.

    Oliver’ın “Sen nasıl uyuşturucudan uzak duramıyorsan ben de senden uzak duramıyorum,” cümlesi güzeldi ayrıca. Bu başlıktaki tek kusur Laurel’ın boşboğazlığı ve Frank’in dalaveresiyle Connor’ın arabasının çalınması oldu.  Ama sigortası varmış.

    6) Frank ve Asher: Frank’in Noel’i de komik gelse de Asher ile geçmiş. Çünkü Frank, Laurel’ın deyimiyle “Dostunu yakın, düşmanını daha da yakında tut!” tipinde birisi. Bir de Sam olayında kullanıldığı için Connor’ın arabayı ortadan yok etti. Bir bakıma güzel oldu da denilebilir aslında…

    Bonnie-Asher konusu ise şimdilik yerinde duruyor denilebilir. Bonnie o geceki tavrından dolayı geri adım attı ama bu, Asher’ın hala karşılıksız kaldığı gerçeğini değiştirmiyor maalesef.

    Son olarak Hannah… Bölüm boyunca Annalise’in peşinden dolandı ve sürekli bir açıklama aradı. Sam’in New York’ta görüldüğüne dair bir haberle Annalise’in üstüne gitmeye çalıştı. Annalise de baktı ki kurtuluş yok, gerçeklerin tamamını değil kendisinin işine yarayacak kadarını Hannah’ya anlattı. (Bu taktiğe bayılıyorum.) Hatta iki kadın birlikte yemek masasına da oturuverdiler ve her şey geçen bölümün son dakikasından öncesinde olduğu gibi bir kez daha yoluna girmiş oldu.

    Ama şurada oturmuş dizi izliyoruz sonuçta. Buyurun son dakika sürprizine: Sam’den geriye kalanlar bir çöp sahasında bulunuvermiş! Böylece Annalise’in planı olduğunu öğrendiğimiz New York olayı da yatmış oldu ve her şey arap saçına dönüverdi…

    Hadi herkese haftaya kolay gelsin o zaman. Bu bölüm de böyle oldu efendim, haftaya görüşmek üzere.
    Devamını oku ...

    How to Get Away With Murder 1x10: Annalise Keating varken Raskolnikov niye?

    Boynuzlandığım kadın kocamın çocuğuna hamileymiş. Oley!Boynuzlandığım kadın kocamın çocuğuna hamileymiş. Oley!

    20 Kasım’da yayınlanan bölümüyle araya giren ve 10 haftalık arasından dönen How to Get Away with Murder’in bir bölümünden daha merhabalar efendim. Uzun bir bekleyiş oldu ve özletti kendini ama nihayet sonuna geldik; bundan başka da yok zaten. Dizi, kalan beş bölümünü aralıksız ve hatta son iki bölümünü aynı Perşembe yayınlanmak üzere 26 Şubat’ta 15. bölümüyle sezonunu kapatmış olacak. Gelelim bakalım bölüme:

    Ekstra: Dizi tatildeyken Viola Davis dizideki rolüyle People’s Choice Ödülleri’nden ve Sinema Eleştirmenleri Derneği’nin dağıttığı Screen Actors Guild (SAG) Ödülleri’nden ödül kazandı. İlkinde ‘Yeni Dizilerde En İyi Kadın Oyuncu’ olarak, diğerinde ‘Drama Dalında En İyi Kadın Oyuncu’ olarak.

    Geçtiğimiz bölümde malum gecenin tamamında neler olduğu ortaya çıkmış ve son saniye Annalise’in de aslında işin içine girdiğini öğrenmiştik. Polisler de Sam’i aramaya başlamışlardı. Bu bölümde de o noktadan alıp devam ettik ve elimizde bir de Rebecca’nın devam eden davası var. Annalise de bir taşla iki kuş vurmak için Sam’in Lila’yı öldürdüğünü kanıtlamaya, bu şekilde onun kayboluşunu açıklamaya ve Rebecca’yı temize çıkarmaya girişti. Ama böyle işler tabii ki o kadar kolay olmuyor.

    Öncelikle bir neden arayışına girdiler ve Lila’nın hamileliğini Sam’in bilmesini kullanmak istediler. Ama karşılarına çıkan Wendy Parker buna izin vermek istemedi; ardından Michaela’nın yine satır aralarından bir şeyler çıkarmasını ve Rebecca’nın verdiği doğum kliniği ipucunu birleştirerek istediklerini hallettiler. İkinci adımsa elbette bunu yapabilecek durumu olduğunu kanıtlamaktı. Bunun için de yine Wendy’nin elinde olan laptop için izin çıkarttırarak Sam’in telefonuna bağlandılar ve o geceki hareketlerini izlediler. Sonuç?

    Sam yarım saatlik bir süreçte Lila’nın öldürüldüğü evde bulunmuş. Bu da hem şüpheleri Sam’in üstüne çekmeye, hem de Rebecca’yı ve bonus olarak Lila’nın eski sevgilisini kurtarmaya yetti. Yalnız bence es geçmemek lazım, Lila’nın ölüm saati için 00:00-6:00 arası dendi ama Sam sadece bu aralığın yarım saatinde kızlaymış. Bu, kesin olarak onun öldürdüğü anlamına gelmez. Mesela merak ediyorum, kızın öldürüldüğü gece Annalise veya Bonnie acaba neredeydi? Bunu halen bilmiyoruz.

    Annalise Keating varken Raskolnikov niye kuzum?Annalise Keating varken Raskolnikov niye kuzum?

    Bölümün bir nevi kısa özeti yukarıdaydı ama elbette bu kadarla sınırlı kalmadık; yaşanan olayın herkes üstünde etkisi oldu. Bir kere en temelinde bölüm başına Annalise beşlinin ne yaptığından haberi yokmuş gibi davranıyordu, çünkü Wes ile herkesin iyiliği için bunun daha iyi olacağına dair bir anlaşma yaptılar.

    - Annalise, bölüm boyunca ‘davasını kazanmak için kocasını harcayabilecek kadın’ etiketiyle uğraştı. Diğer öğrencilerle baş etmek konusunda Wes ile anlaştı. Kocası konusunda ifade verdi ve o gece için olan tanığı Nate’i idare etmek zorunda kaldı. Frank’e gerçekleri anlatarak yardım alması ve gerektiğinde yalan söylememekten kaçınmaması da cabası.

    - Wes, Rebecca’nın masumiyeti için uğraştı ama diğer yandan Annalise ile yaptığı suskunluk anlaşmasına uymaya da çalıştı. Rebecca konusunda keyfi gayet yerinde olsa da o da polise ifade verdi ve en nihayetinde bölümün sonunda patlayıverdi. Ortalığı toplamaksa tabii ki Annalise’e kaldı.

    - Connor, cinayeti itiraf edemeyeceğinden dolayı uyuşturucu bağımlısı rolüne büründüğünden Oliver’ı idare etmesi gerekti. Bu arada Ollie’nin kapısında gördüğü adamı da dürtüklemedi değil. Araları düzelmese de Ollie’nin Annalise’e işlerinde halen yardım etmesi cabası. Bölüm devam ederken ifadesi sırasında her şeyi açıklamaya karar verip Michaela’yı da tarafına çekmesiyle fitili ateşleyen taraf oldu diyebiliriz. Ama Laurel’ın devreye girmesi ve Annalise’in konuşmasıyla ona inanmayı seçti ve ifadesini normal olarak verdi.

    Kendisinin deyimiyle Suç ve Ceza’da dayanamayıp suçunu itiraf eden Raskolnikov olmaktan da kurtuldu.

    Raskolnikov Michaela’ya kilo verdirmiş.Raskolnikov Michaela’ya kilo verdirmiş.

    - Bölümün başında, yaşananlardan dolayı yaklaşan sınavdan muaf olmak isteyen Michaela’nın da dava araştırmasına yardımı dokunsa da bir noktada o da Connor’a uymayı kabul etti. Tam itiraf edecekken Annalise’in devreye girmesiyle o da geri çekildi. Hatta “İtiraftan sonra hayatımı yeniden kurarım, hatta polisiye kitap yazarım,” noktasındayken kendini gelinlik provasında buluverdi. Bir öncekine göre kilo vermiş.

    - Laurel ise ne Rebecca-Wes ikilisi gibiydi, ne de Connor-Michaela ikilisi gibi. Ödül konusunda Frank’ten istediği yardım nedeniyle Frank karşısına tatlı bir üslupla çıksa da Annalise’in olanları Frank’e söylemesi her şeyi tersine çevirdi.  O da bu durumun üstüne Wes’e gidip Annalise yoluyla Connor-Michaela’yı durdurmalarını sağladı. Bir de Michaela misali sevgilisiyle arasını düzeltti. En azından öyle göründü denilebilir.

    - Asher ise bölümde iki şeye yaradı: İlki Connor’ın arabasını Annalise’in evinin önünde gördüğünü polise söylediği için Connor’ın fitilini ateşlemiş olması. Diğeri de dava araştırması ve verdiği ifade sayesinde Bonnie konusunun yeniden gündeme gelmesi ve bu yüzden Bonnie’den aldığı ‘devamı olmayacak’ uyarısıyla durumun kendisi için kara sevdaya doğru yol alması. Ne güzel.

    Marcia Gay Harden a.k.a Annalise’in görümcesi diziye teşrif ettiler.Marcia Gay Harden a.k.a Annalise’in görümcesi diziye teşrif ettiler.

    Beşlimiz, Annalise ve takımı şimdilik kurtuldular gibi dursa da elbet bu kadarla kalmayacak. Zira hem izleyecek daha beş bölümümüz var, hem Lila’nın katilini kesin olarak bilmiyoruz, hem de Annalise’in görümcesi bölüm sonunda ziyarete geldi ve biraz ortalıklarda olacak gibi duruyor. Ayrıca oyuncu seçiminin pek iyi olduğunu söylemeden de geçemeyeceğim.

    Bu bölümün en eğlendiğim kısmıysa Annalise’in bölüm sonundaki sınavı dört kişinin işlediği cinayetten nasıl kurtulacaklarına dair bir hikâye üzerinden yapması oldu. Bakarsınız, grubun kurtuluş yolu sınav cevaplarından çıkar. Ne dersiniz?

    Bu haftalık da bu şekilde oldu, haftaya yeni bölümle görüşmek üzere efendim.
    Devamını oku ...

    The Vampire Diaries 6x12: Yedisinde neysen 173’ünde de osun.

    Bir Aaron Whitmore vakasına daha hoş geldiniz.Bir Aaron Whitmore vakasına daha hoş geldiniz.
    Bir The Vampire Diaries bölümünden daha merhabalar efendim. Bölüm olarak güzel, hikâye olarak sinir olduğum bir bölümü daha arkamızda bırakmış olduk. Sezonun ortasındayız, reytingler güzel, yeni sezon onayı zaten var ve Jeremy’nin diziden çıkmasına iki bölüm kalmış durumda. Bonnie hala öteki dünyada, Matt-Alaric-Jeremy-Enzo dörtlüsü kim bilir nerede ne yapıyor şimdilik belli değil. Biz gelelim bölüme:

    Geçen bölümü Caroline’ın bilinçsizce annesine vampir kanı vermesiyle kapatmıştık. Diğer kan verdiği kişi Colin, bölüm sonunca kanlar içinde kalıp ölmüştü. Meğerse vampir kanı hastalığını hızlandırıp onu öldürmüş ve bünyesinde vampir kanı olduğundan vampire çevirmiş. Adam da gelip haliyle Caroline’ı buldu ve böylece gerçek ortaya çıkmış oldu. Liz hala ölüyor, üstelik daha hızlı. Geçen bölümün başlığının da dediği üzere vicdan azabı ziyarete gelmiş oldu.

    Elbette dakikasında vazgeçmeyip alternatif bir yol aradılar ama vampirlerin yapabilecekleri de sınırlı sonuçta. Geçen bölümden sonra durum için alternatif olarak Liz’in vampire dönüşmesini kurmuştum ama onun da işe yaramayacağını öğrenmiş oluverdik işte. Bilmiyorum, cadıların yapabilecekleri de bitmiş miydi ama seçeneklerin tükendiği noktada annesinin karşısına çıkmaya korkan Caroline, kendi kendine cenaze planlamaya bile başladı. Tabii tüm bu hastane olayları zaman geçtikçe Stefan ve Caroline’ı birbirine daha çok yaklaştırıyor. Bu dursun bir kenarda.
    Gelelim diğer çifte. Liz’in durumu nedeniyle hastanede toplanan kişilerin içinde bulunan Elena ve Damon da tüm bunlar sırasında yakınlaşmaya devam ettiler ve bölüm sonunu bir kere daha öpüşerek noktalamış oldular. Sonuç? Şahsen umurumda değil. Çünkü bu ikilinin ilişkisinden şu zamana kadar bir şey anlamamıştım, hala da anlamış sayılmam. Sürekli sevgili ‘olma’ aşamasındalar, olunca da şak diye ayrılıp başa dönüyorlar. Dizi uzatmanın bir adabı var, güzel de beceriyorlar ama iş Delena’ya gelince bana da geliyorlar. Umarım bu sefer düzgün olur.

    Az önce bahsettiğim ‘becerme’ olayına bu bölüm üzerinden ‘güzel’ bir örnek verirsek:

    Bölümün bir odak noktası Liz’in hastalığıysa diğeri de birleşme konusuydu. Daha öncesinde bir ay sonra ve bu sırada Jo’yu hazırlandıktan sonra dense de bu bölümde birleşme aradan çıkmış oldu. Daha önce dizinin geleceğinde olacak şeyleri yazdığım yazımdan dolayı şaşırmadım bu kısma. Şaşırdığım, daha doğrusu sinir olduğum kısım da bundan sonra geldi. Baştan da söyleyeyim, sinir olduğum kişi Kai olmadı, Damon oldu. Yaptığı tamamen kendi çıkarlarını korumaktı, bu konuda zaten bir dünya markası ama insan bazen sinir oluyor işte. Jo’yu kurtarmak için Luke’u fada etti. Zamanında Elena’ya kızdı diye gidip Aaron Whitmore’u da öldürmüştü, aklıma yine o geldi.

    And the winner is… Malachai ‘Kai’ Parker.And the winner is… Malachai ‘Kai’ Parker.
    İkizler 22 yaşına bastığı ve babaları Kai-Jo yerine onların birleşmesini istediğinden bunu engellemek isteyen ve bölüm boyu uğraşan Tyler, amacı için baygın durumdaki Kai’yi kullanmak isteyince araya Damon girdi. Tam bu sırada aklına bir fikir geldi ve Kai ile Jo yerine Liv-Luke ikilisini birleştirmek için Tyler’ın planını kendine yonttu. Bunun için de Kai’yi serbest bıraktı ve ikizlerin babasını kullandı ama Tyler tekrardan araya girince bu plan yatıvermiş oldu. İşte buradan sonrası da işlerin Damon’ın kontrolünden çıktığı yer oldu. Babasının elinden kurtulan Luke,  birleşmek için Jo’nun peşine düşen Kai’nin karşısına çıktı.

    Sonuç? İkizler arasında çapraz birleşme. İşte bu nokta Julie Plec başta olmak üzere senaristleri takdir ettiğim nokta oluyor: Meğerse Kai’nin sıkışıp kaldığı araftan dolayı Kai de Luke ve Liv ile aynı yaşta; bu sayede Kai ve Luke da birleşebilirmiş. Hayat TVD ve Julie Plec ile daha güzel. Kai ve Luke karşı karşıya geldiler, birleşmeyi yaşadılar ve Kai kazanmış oldu. Luke’u da kaybediverdik, ki bu, benim gelecek yazısında da bahsettiğim gibi olmamasını dilediğim tek şeydi! Damon’a sinirim de bundan dolayı.

    Tüm bu olanlar içinde merak ettiğim, daha doğrusu sanırım anlamadığım nokta ise şu oldu: Bu Kai büyü emen birisi değil mi? Beyin tümörü olan kadın, vampir kanı içti ve hastalığı daha kötü hale geldi. Üstelik kendisi Colin gibi ölüp vampire dönüşen biri de olmadı. Liz'in neresinde büyü vardı da Kai emdi? Ben var anlamamak efendim.
    Bölümün en komik kısmı işte bu sahneydi. Happy birthday to you.Bölümün en komik kısmı işte bu sahneydi. Happy birthday to you.
    Bölümün sonunda Liz’i eski hasta halinde hastanede bırakmış olduk. Hala ölüyor, hatta evini Caroline’a bıraktığı ortaya çıktı ve kendisi öldükten sonra Stefan’a onun yanında olması için söz verdittirdi. Bu gidişle de bir cenaze daha olacak. Şeytani Kai artık direkt sahip olduğu büyü gücüyle ortalıklarda olacağından bakalım daha başlarına neler gelecek? Ayrıca bunu söyleyeceğimi sanmazdım ama ben Bonnie’yi özledim, onu da görelim artık…

    Bu Kai işini çözmesi sanıyorum bu gidişle ‘eski düşmanlar’ hesabına onun başına kalacak. O zaman şimdilik burada kalıp bir kere daha hafta görüşmek üzere diyeyim ben.

    Not: Az önce Luke’un ölümünün doğum gününde olduğunu fark etmiş bulundum. Böyle bir şey aslında benim de hayalim, gerçekten. (Editörün notu: Tövbe, tövbe. Allah gecinden versin.)
    Devamını oku ...

    The Vampire Diaries 6x11: Vicdan azabı is coming

    Altı haftanın ardından nihayet arasından dönen The Vampire Diaries’in yeni bölümünden merhabalar efendim. The Vampire Diaries’e göre normal bir bölümle ve güzel bir bölüm sonuyla sezonu yeniden açmış olduk. Uzatmadan ekstralarla birlikte bölüme gireyim:

    a) Dizi sezon arasındayken Julie Plec’in Twitter üzerinden yaptığı açıklamaları ve çeşitli ekstraları dahil ederek kalan bölümlerde neler olacağına dair ‘Gelecekte The Vampire Diaries’te’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu bir köşede dursun. Yazıdan bir süre sonra, diziyle ilgili şurada da bahsini geçirdiğim bir haber geldi: Dizinin Jeremy’si Steven R. McQueen düzenli kadrodan ayrılıyormuş. Bahsi geçen gelecekle ilgili yazıda Jeremy’nin sanat okuluna gideceğinin açıklandığı da yazıyordu zaten.

    Ayrıca dizi araya girmeden ve bu haber çıkmadan bir süre önce Steven R. McQueen’in TNT’de yayınlanması düşünülen Teen Titans adlı süper kahraman uyarlaması bir dizide yer almak için görüştüğü haberleri gelmişti.

    b) İzlediğimiz bu bölümün yönetmenliğini yapan kişi Paul Wesley (Stefan) oldu ve kendisinin dizideki ve kariyerindeki ikinci yönetmenlik deneyimi oldu. Açıkçası beğendim de. Dün gelen habere göre de The Vampire Diaries şu sıralar sezonun 16. bölümünü çekmeye başlamış, ki onu da Ian Somerhalder (Damon) yönetiyor. Ian demişken bahsetmeden olmaz: Beyimiz nişanlandı. Bir süredir sevgili olduğu ve az altta detayını gördüğünüz Nikki Reed ile nişandı. Bu durumdan da daha önce şurada bahsetmiştim.

    Amerikan basını durumu bizdeki Engin Altan-Neslişah-Özge olayına çevirmeye çalışıyor ama bence hiç gerek yok. Gerçi bu reytinglere ve Julie Plec’e kalırsak bu dizinin bitecek hali olmadığından bu konu daha devam eder ya neyse. Bu arada dizinin yedinci sezon için onay aldığı haberi size geldi değil mi? Peki.

    Nerede kalmıştık?

    Bu bölümün esasen iki odak noktası olduğundan ben de o şekilde ilerleyeyim diyorum:

    1) Geçtiğimiz bölümün sonunda Kai manyağı Elena’yı kaçırmıştı; bölümün genelinde bu ve buna bağlı yaşananlar hâkimdi. Kai, Elena’yı büyü çalışmaları için kobay kullanmak istiyormuş. Mystic Falls’taki bütün büyüyü emdiği için kendisini kontrol sorunu yaşadığından halletmesi gereken bir sorunu var. Bu sırada Jo da kardeşi Liv’in yardımıyla büyü alıştırmalarına başlamış. Yıllardır uzak duran biri olarak pek başarılı olduğu söylenemez. Elena’yı ilk olarak Mystic Grill’e götüren Kai, ardından da okula götürdü. Bu sıralarda da aklına gelen büyülerle ilgili pek güzel denemelerin içine girdi, yalan yok. Bu adamdaki psikopatlık derecesini seviyorum.

    Elena okulda oldukları sırada bir şekilde manyağın elinden kaçıp Damon’ı arayınca işte asıl tempoya o zaman girdik. Damon da gizleme büyüsü yapması için Liv’den yardım istedi ama Luke’un araya girmesiyle o iş yatınca Jo’ya kaldılar. İzlediğimiz şey bir dizi olduğundan elbette başarılı başlayan planda bir sorun çıktı ve Kai ile karşı karşıya kaldılar. Çok güçlü olan Kai’ye karşı kaybettiler denilen noktada da bu sefer izlediğimiz şey TVD olduğundan devreye Alaric ve Jeremy girerek Kai’yi etkisiz hale getirdi ve Elena-Damon-Jo üçlüsü kurtuldu. Bunun sonucu da şu ikisi olsa gerek:

    * Büyü konusunda hep geri planda olmayı tercih eden Luke, meğerse Liv’den daha güçlü. Eğer birleşmeye giren ikizler onlar olursa bu, Liv ölecek demek. Ben zaten Kai-Jo birleşmesi istiyorum, sonuç ne olursa olsun…

    * Elena anıları silinmiş bir şekilde Damon’a ‘tabii ki’ tekrar aşık oluyor. Olsun bakalım. Bu ikisinin ayrı ve acı çeker halinden sıkıldım çünkü.

    2) Diğer taraf da Liz’in beynindeki tümörün getirdikleriydi. Annesinden kolayca vazgeçmek istemeyen Caroline, bu konuya kafa yormaya kalktı. Her halta çare olan vampir kanının kanseri iyileştirememesi durumunu tabii ki kabul etmek istemedi, başladı araştırmasına… Hem de yanında Stefan’ın desteğiyle. Bebek adımları gidiyorlar, bu da bir şeydir…

    Bu arada geçen bölümün sonunda ikili arası yaşanacak bir şeylerin Liz’in muhtemel ölümü üzerine kurulmamasını istemiştim. Vazgeçtim, o bu bölümde olanları görmeden önceydi. Artık her şeye varım. Caroline yanında Stefan’la Duke Üniversitesi’ne giderek uzman bir cerrahla görüşmeye karar verdi. Stefan’ın Caroline’a takılmasının diğer nedeni de tabii ki Duke’a gitmişken Sarah Salvatore’u da görmekti. Okulda resim sergisini açan ve şimdiki adı Sarah Nelson olan yeğenini. Benim bu işte şaşırdığım nokta bu bölümde o kızı görmemiz olmadı, orada bir de Enzo’nun ortaya çıkması oldu. Adamdan kimse bahsetmeyince unutması ne güzel oluyormuş. Bu dizinin zaten bir süredir “Yan karakterlere ne yazsam acaba?” derdi var. İkisine beceriyorlarsa ikisine yazmayı beceremiyorlar. Enzo da tutsaklık hikâyesi bittiğinden beridir bir kangrenliğin içinde. Durduk yere bir nefret hikâyesi çıktı, oradan götürüyorlar. Hakkında hayırlısı olmaz umarım.

    Neyse, Stefan Caroline doktorla görüşmeye gitmişken Sarah’ı buldu ve onu gözlemlerken karşısına Enzo çıktı. Açıkçası lafı dolandırmayıp Stefan’ın Sarah’ı ve hikâyesini anlatmasından hoşlandım. Bu durum Enzo’nun kafasını karıştırdı ama tahminim emellerinden vazgeçmeyip Sarah’ın hayatına girmeye çalışacak. Julie Plec’in “Sezon bitmeden birden fazla kişi ölecek,” açıklamasının içine bu adamı da dahil ederiz umarım.

    Gelelim Caroline’a ve fasulyenin faydalarına:

    Matt’in bölümdeki haklı sinirlenişinde de olduğu gibi başımıza ne geliyorsa doğaüstü olaylardan dolayı geliyor. Caroline annesi için uzman bir doktorla görüştü ama çare olmadığını anlayınca kadının hastalarında birine vampir kanı vererek iyileştirmeyi denedi. Sonuç: Adam ilk başta iyileşti göründü ama bölüm sonunda feci bir şekilde can verdi. Peki, şaşıran oldu mu? Ben şaşıramadım, çünkü TVD izliyor olmak bunu gerektirir. Gerçi bölümün gidişatından ‘ben geliyorum’ bir durum da vardı.

    Adamın iyi halini gören Caroline da eve dönüp duygusal bir konuşma eşliğinde kanını kanser annesine verdi. Bu olayın vicdan azabı nasıl toparlanacak merak etmiyor değilim. Kolay gelsin herkese. O zaman ben gideyim, zira bu bölümü de bitirdik duruyor. Haftaya görüşmek üzere efendim.
    Devamını oku ...

    4 Şubat 2015 Çarşamba

    Salatalık, Muz ve Soya Peyniri


    Russel T Davies, belirli bir çevrenin ünlü İngiliz dizisi Doctor Who ve onun uzantılarına yaptığı katkılarla tanıdığı bir isim. Ama aynı zamanda TV’de eşcinselliğe başka bir boyut kazandıran Queer As Folk’un arkasında olan kişi olarak da biliniyor.

    Doctor Who gibi bir İngiliz dizisi olan orijinal Queer As Folk, esasında 1999-2000 arası iki sezon, 10 bölüm yayınlanmış ve bir grup eşcinsel arkadaşın hayatına eğilen bir dizi. Ama çoğunluğun bildiği Queer As Folk, Amerika’da çekilen uyarlaması. Üstelik orijinalinin aksine beş sezon (2000-2005) sürdü ve sevilen kablolu kanallardan Showtime’da yayınlandı. Davies’in de yine içinde olduğu bu uyarlama, benzer şekilde bir grup eşcinsel arkadaşın hayatını işlese de AIDS veya eşcinsel evlilik gibi sosyal konulara daha ağırlık vermesiyle de zamanında öne çıkmıştı. Hatta Amerika’nın eşcinselleri anlatan ilk dizisi olma özelliğini de taşıyor.

    İşte, 2005’te biten uyarlama Queer As Folk’tan geçti bu yana 10 yıl ve Russel T Davis bir kez daha eşcinsellere yönelik bir dizi serisi ile geliyor. İki dizi ve bir de belgesel tarzında bir yapım olacak: Cucumber, Banana ve Tofu. Üstelik üçü de üç farklı platformda 22 Ocak Perşembe günü başlıyor. Kısaca dizilerden bahsedeceğim ama öncesinde yapımların ortaya çıkışına da gireyim diyorum:

    2009’da Doctor Who’dan ayrıldıktan sonra Amerika’ya yerleşen ama bir süreliğine dizinin uzantılarıyla bağını koparmayan Davies, sonrasında Amerikan versiyon Queer As Folk’ta birlikte çalıştığı Showtime ile Cucumber için iş birliğine girişmiş. Ama olacak iş ya bu, 2011 yılı içindeyken Manchester’da oldukları dönemde, sevgilisi Andrew’un beyninde tümör tespit edilmiş. Ameliyat olduğunda yaşama şansı %3 olan türden bir tümör hem de. İkili durumdan dolayı Amerika’ya bile geri dönemeyince Cucumber ertelenmiş ve Davies de –çevresindeki herkesin adamı nihayetinde terk edeceğini düşünmesine rağmen- erkek arkadaşıyla ilgilenmeye başlamış. İşte, bu, öldü denilen Cucumber ve dahasında Banana ve Tofu üçlüsü tüm bu tedavi sürecinde, hatta çoğunlukla geceleri yazılıp hazırlanmış. Çünkü günün diğer kısımlarında adam sevgilisiyle ilgileniyormuş.

    Russel T Davies’in sevgilisi Andrew bahsi geçen %3’ün içinde ve kurtulabilmiş. Davis de hazırladığı senaryoları orijinal Queer As Folk’u İngiltere’de yayınlayan Channel 4’a satmış. Bahsi geçen Banana E4’da, Tofu ise C4’un internet yayın servisi olan 4oD’de yayınlanacak. Üstelik Davies yaptığı açıklamada bu üç yapımın bir şekilde birbirleriyle bağlantılı olacağını da söylemiş.

    Not: Cucumber (Salatalık), Banana (Muz) ve Tofu, erkek ereksiyonunun üç evresine güçlüden zayıfa doğru verilen isimler. Tofu esasen vejetaryenlerin protein almak amaçlı yedikleri soyadan yapılan bir çeşit peynir. İnterneti biraz karıştırırsanız, yiyenlerin eşcinselliğe ‘kayıp’ (!) kaynamayacağına dair bir sürü tartışma bulursunuz.

    1) Cucumber (Salatalık) – Channel 4
    İlk sezonunun sekiz bölüm sürmesi planlanıyor. Dizide 46 yaşındaki Henry (Vincent Franklin) ile uzun süredir sevgili olduğu Lance bir gece dışarı çıkmaya karar veriyorlar ama kendilerini tarihin en garip randevularından birisinin içinde buluyorlar. İçinde bir ölüm, bir üçlü seks, polisler ve Boney M müzik grubunu da kapsıyor. Ayrıca bu yapım daha çok orta yaş krizi, ırkçılık, kendini keşfetme, porno, internet gibi çeşitli konuları da içine alacak.

    Davies eşcinselliğin seks olarak algılandığı dünyada sekse ilgi duymayan bir Henry sunacaklarını da açıklamış. Ama tabii ki bu çevresinin de kendisi gibi olduğu anlamına gelmiyor…

    Not: Bu dizide Dean karakteriyle yer alan Fisayo Akinade gibi belli bazı oyuncular, Banana’da da yer alacak. Dizinin türü komediye daha yatkın ve bölümler reklam dahil bir saat kadar süren bir yapım.

    2) Banana (Muz) – E4
    İlk sezonun sekiz sezon sürmesi planlanıyor ve Channel 4’da Cucumber bittikten hemen sonra başlayacak. Banana’da ise diğerinin aksine bu sefer orta yaşa değil, genç kitleye odaklanıyoruz. Aşk, drama, kalp kırıklığı ve tabii ki seks. Her bölümde belli bir karakterin üzerine eğilen Banana’nın eşcinsellerin dünyasına farklı bir bakış açısıyla yaklaşacağı söyleniyor. Dizinin türü komediye daha yatkın ve yarımşar saatlik bir yapım olacak. Bahsi geçen karakterler şu şekilde:

    * Dört farklı işte çalışan sessiz ve utangaç Scotty, çift olmanın eğlencelerini ve tehlikelerini keşfeden Sian ve Violet, bittiğini kabul etmeyen bir sevgiliyle uğraşan Helen, hayatları farklı yöne savrulamaya başlayan iki yakın arkadaş Josh ve Sophie,
    * Aşkı arayan ama bütün gün neler olabileceğini düşünen Amy, kendilerini üçlü seksin üçte ikisi olarak buluveren Aiden ve Frank, sert, güçlü ve kendi temizlik şirketine sahip Vanessa ve onun şirketinde çalışan 16 yaşındaki yasadışı göçmen Zara.

    3) Tofu (Soya Peyniri) – 4oD
    Girişte de bahsettiğim gibi, Tofu’nun diziden daha çok belgesel tarzı bir yapısı var. Konusu modern seks ve cinsellik. Bahsi geçen iki dizideki oyuncuların, halktan kişilerin, ünlülerin ve hatta porno dünyasından bazı isimlerin yer aldığı çeşitli röportajlar içerecek ve E4’da Banana bittikten sonra başlayacak.

    Bu işin içinde olup merkezde bulunacak kişi ise Doctor Who Magazine için yazarlık yapmışlığı olan ve Doctor Who: The Writer's Tale’de Russel T Davies ile olan bir yıla yakın süren mailleri kitap haline getirilen Benjamin Cook. Kendisi Youtube bünyesinde de ünlü biri.

    Ayrıca bu üç yapımı içeren ortak fragman için şuraya bakabilirsiniz. Dahası kanal, karakterleri değil de sadece bahsi geçen yiyeceklerden oluşan şöyle bir video da hazırladı. 

    Devamını oku ...

    Aşk tohum ekmek gibidir, ne çıkacağını bilemezsin

    Iowa’nın köyüne gelin gelir misin aşkitomIowa’nın köyüne gelin gelir misin aşkitom
    Dile kolay 2002’den beri hiç kaçırmadan The Bachelor izleyen Binnaz Saktanber ve şovu daha yeni izlemeye başlayan Aytaç Kara yeni sezon The Bachelor’un reklamsız iki saat süren açılış bölümünü sizin için ‘Bir Erkek Bir Kadın’ tadında izleyip yorumladı. Buyurun sohbete...

    Binnaz Saktanber: İlk Bachelor chatimize hosgeldin Aytaç. İlk sezondan beri bütün BachelorBachelorette ve yan şovları izlemiş biri olarak “aileye hoş geldin” diyeyim önce. İnsan anlamadan hemen müptelası oluyor di mi?

    Aytaç Kara: Hem de nasıl, hiç bu kadar olacağını düşünmezdim. Pembe dizi izliyormuşsun gibi; insan bırakamıyor da.
    BS: Ben senelerdir manitaya Bachelor izletemedim. Bir erkekle geyiğini yapmak enteresan olacak. Senden "karşı takım" yorumları bekliyorum. Bir erkek gözünden nasıl buldun programı? Acayip seksist olmasının dışında?

    AK: Tam 'seksist' diyecektim, sen deyince gerek kalmadı. Başlamadan önce düşünmezdim ama erkeklerin de sürüklenip kalacağı tarzda bir şey çıkarmışlar. Yalnız hep mi böyle bilmiyorum ama bu kızların yarısı sarışın olduğundan birbirlerinden ayrılmıyor, bir de bir o kadarı da salak resmen :)

    BS: Hahaha ilk seksist yorumu da böylece yapmış oldun:) Bunu sistemimizden attığımıza göre  bölüme geçelim. Bayağı Oscar havasında başladı bölüm. Bütün eski yarışmacılar kırmızı halıda resmi geçit yaptı. Bence en güzel an, Bachelor in Paradise’ı kazanan çiftten Lacy’nin evlilik tarihi sorulunca, "Düğün tarihine tam karar vermedik. 80/40 oranındayız," demesiydi. Programın IQ seviyesi hemen kendini belli etti.
    Daha tam karar veremedik, 80/40, IQ’muz biraz düşük.Daha tam karar veremedik, 80/40, IQ’muz biraz düşük.
    AK: Bir tek benim o noktaya takılmamış olmama sevindim, hatta o kısmı geriye sarıp tekrar dinledim ve sonrasında gülümsedim. Kırmızı halı çok uzundu. Bazı yerlerde "Az susun be!" bile dedim çünkü sürekli bir bağıran biri vardı stüdyo öncesi. Bir de The Bachelorette ve Bachelor in Paradise'ı takip etmekten dolayı Andy-Josh ve Marcus-Lacy ikilisini hala çift olarak görmek hoşuma gitti.

    BS: Yapımcılar bu sayısız program ve hayranlarına “Bachelor Nation” diyor. Sence bu dünyaya aşina olmayanlar için nasıldı açılış? Yeni izleyen birisinin konuya dahil olması zor değil mi? Ben bile kim kimdi karıştırıyorum bazen.
    AK: Kesinlikle! Geçen sezon The Bachelorette izlemekten dolayı deneyimli olduğumu düşünmüştüm ama hiç etkili olmadı. Tamamen farklı bir hazırlıkları ve altyapıları varmış.

    BS: Bu seneki kurbanlık koyunumuza gelelim. Bachelor’ımız çiftçi Chris namı diğer ‘Prince Farming’. Son Bachelorette Andy bunun Iowa'daki it ürümez kervan geçmez çiftliğine gidince "Bu iş zor, çok zor Yonca," diye şutlamıştı. Açılışta da Chris'in yaşlılar heyetiyle köy kahvesinde oturup "Iowa'da hiç kız yok, ben karı istirem," muhabbeti yapmasını izledik. Sence Chris bu işin altından kalkar mı yoksa kız komasına mı girer? 
    Ben karı istirem.Ben karı istirem.
    AK: Chris kesin 'kız komasına' girecek. Bölüm sonunda yayınlanan 'Sezon Boyunca The Bachelor'da' fragmanı da bunu haklı çıkardı. Aile değerleri diye diye program boyu beynimizin etini yediler resmen, ama görünen köy hiç de öyle durmuyordu.

    BS: Andy’de 5’de kalkıp inek sağacak göz yoktu. Bu kızlarda o potansiyel var mı? 

    AK: Bu kızlarda hiç de öyle bir göz göremedim ben. İki-üçü olabilir ama gerisinde 'kendimi göstereyim' hali vardı. Bu adamın 'Iowa'nın tarlalarına getirmelik kız' aramak için burada ne işi var ya?

    BS: Sanırım bayağı zengin bir çiftçi. Aile işlerinin başındaki Özcan Deniz gibi bir şey. Zaten Bachelor'da fakire kız çıkmaz.
    AK: Doğru, adamın evini bayağı iyi tanıttılar; vardı bir ağa babası tipi adamda. O yüzden makine başında tarla sürer halinde bir gülümsedim.

    BS: O işin Play Girl fantazi kısmı. Duş sahnesini de kaçırmadığını umuyorum?

    Prince farming duştaPrince farming duşta
    AK: Kaçırmadım :) Tam beklediğim tarzda bir hareketti. 'Aile kurmak isteyen çiftlik adamı' portresini güzel dayadılar program boyunca.

    BS: Gelelim kızlara. Ben ilk promo fotolarına bakıp elenecekleri söylemiştim sana. Haklı da çıktım :) O göz teması yapıcam diye neredeyse kör olan bale öğretmeni Amanda hemen elendi. Sence en manyaklar kimdi? 

    Gözlerimi böyle belertirsem Chris beni sever mi?Gözlerimi böyle belertirsem Chris beni sever mi?
    AK: Amanda kendi kaşındı.  Onun dışında en manyaklar elinde mikrofonla şarkı söyleye söyleye Chris’e doğru gelen “gemi şarkıcısı” Kara; domuz burnu takan Nicole; striptizciden aşağı kalır yanı olmayan ‘WWE Diva’ (world wrestling entertainment, hani şu yalandan güreşen kadınların olduğu yarışma) Brittany ve yanında canlı kalp getiren Reegan. Sahi o neydi ya öyle?

    Reegan konuya damardan girdi. Direk kalp aortdan.Reegan konuya damardan girdi. Direk kalp aortdan.
    BS: Sence Chris’in eleme seçimleri iyi miydi? Ben büyük beden mankeni kızın elenmesine sinir oldum. Politik doğruculuktan birkaç bölüm tutarlar diye düşünüyordum. Bir de önce kovboy botlarıyla gelip sonra üstünü değiştiren ve zom olan Tara vardı. Chris bayağı bir düşündü ama onu elemedi. Sence doğru mu yaptı? İlk date'te sarhoş olan bir kızı sen tutar mıydın?

    Üstünüze afiyet Tara azıcık içmiş. Yine de elenmedi.Üstünüze afiyet Tara azıcık içmiş. Yine de elenmedi.
    AK: Elemeler mantıklıydı. Büyük beden modeli konusunda haklısın ama o kız sanki o gece oraya dursun diye getirilmiş gibiydi. Üç saniye mi gördük üç kelime mi ne konuştu, o kadar. Fazlası yoktu. Eurovision'da yarışıp da tuhaf tuhaf şeyler yapan kişiler misali gelenlerin gitmesine itiraz etmedim. Tara’ya bir şans verilmesine sevindim. Ama normalde olsa tutmazdım açıkçası; The Bachelorette’te Andy'yi izlerken erkeklerden birisi sarhoş olup havuza atlamıştı ve gayet gıcık olduydum kendisine.

    BS: Bachelor'ın en sevdiğim yanlarından biri kimin deli kimin ‘kalıcı’ olduğunu fon müziğiyle duyurması. Hababam Sınıfı gibi, müzikten nerede güleceğimizi, nerede "ay çok romantik” diyeceğimizi anlıyoruz. Elenen kızlara ‘komikli’ müziği basmışlardı. 

    AK: Peki sence 15 kız varmış da öyle devam edeceklermiş gibi davranmaları, aslında da 30 kız olduğu gerçeğinin ortaya çıkması ucuz olmamış mı? Bachelor ne zaman 15'le yarıştı? Ben izleyici olarak 30 kişi olacaklarını çok önceden biliyordum; kızlar bir de şaşırmış numarası yaptılar.

    BS: Ama ilk akşamdan kızları iki gruba ayırıp araya nifak sokmaları açısından faydalı oldu. Artık iki  grubun düşmanlıklarını izleriz. Peki hepi topu iki  saatte kızların acayip sahiplenici hale gelmesi? "Ben senden önce geldim," diye neredeyse saç saça baş başa gireceklerdi. Gerçek hayatta böyle şeyler oluyor mu?

    AK:  "Önce ben gördüm," durumunun hakim olduğu zamanlar oluyor tabii ☺  Nifak sokma açısından 'first impression rose' fikri de harika. Bir gecede 29 tane düşman birden kazanıyor kız.

    BS: Chris bir noktada "I wish I was a polygamist" (keşke çok eşli olsaydım) dedi zaten. Her erkeğin rüyası mı bu?
    AK: Çoğunun rüyası; erkek milleti -konu özellikle de kadınlarsa- aç gözlüdür.

    BS: Favorilere gelelim.  Garson Britt ilk gülü aldı. Tanışır tanışmaz öpüşecek gibi olmuşlardı zaten sonra da öpüştüler. İkisinin arasında gerçek bir çekim var gibiydi. Ama Britt çiftçi karısı olmak için biraz fazla makyajlı. Bence son üçe kalacak ama seçilen kız o olmayacak. Sence?

    Britt dakka bir mucux bir taktiğiyle ilk gülü kaptı.Britt dakka bir mucux bir taktiğiyle ilk gülü kaptı.
    AK: Britt bayağı ilerleyecek ve bence de son anda tökezleyecek; zaten hep bir şaşırtmaca havası hakim sanki. Sezon fragmanı da gösterdi bunu. Aile değerleri dediler durdular, sonra da fragmanda "Chris bakire bir kızla birlikte olur mu acaba?" ya bağladılar. Aslında seks ve fantasy suite kısmını törpüle bu yarışma tam bizlik.

    BS: Bu arada bir Bachelor Fantasy League bile varmıs. Ben oynayacak olsam favorilerim Britt, chiropractor asistanı Becca, makyaj uzmanı Megan, kozmetikçi Jade ve Kelsey  olurdu. Senin favorilerin kim?

    AK: O kadar çok ve benzerler ki ayırabilmek için kanalın sitesine girdim. Britt, Kelsey, Jade benim de gözüme takılanlar oldu. Becca da kalır bayağı. Kaithlyn ve Jillian da cat-fight veya fettanlık falan olsun çabuk gitmezler.

    Bachelor’un kızlarını birbirinden ayırd etmek Kore sineması yıldızlarını ayırd etmekten zor.Bachelor’un kızlarını birbirinden ayırd etmek Kore sineması yıldızlarını ayırd etmekten zor.
    BS: Tek başına mı izliyorsun? Arkadaşlarından dalga geçen oldu mu  “olm bu da izlenir mi” diye? :)

    AK: Genelde tekim, evet. Ama saklamıyorum. Bu Tarz Benim sonrası işler değişti artık. En olmadık insanlar, ki içinde bir sürü erkek de var, izlediğinden "Evlilik yarışması izliyorum," daha kabul edilebilir oldu. Zamanlamam iyi geldi galiba.

    BS: Evet bana da chat yapacak biri çıkmış oldu. ☺  Chris'in dediği gibi "Aşk tohum ekmek gibidir, ne çıkacağını bilemezsin.” Sanırım bu tarım atasözlerinden daha çook duyacağız sezon boyunca. Bol hasatlı sezonlar hepimize. :)
    Devamını oku ...