Sevgili Agatha Christie, 80 civarı romanı ve bir sürü kısa hikayesiyle polisiye romanın kraliçesi olarak bilinen harika bir yazar. Bu kadar eser çıkartmış birisinin eserlerinin televizyona veya sinemaya uyarlanması ise takdir edersiniz ki gayet doğal bir durum.
2014 yılında yazarın eserlerinin televizyon hakları İngiliz ITV kanalından BBC'ye geçince kanal atağa geçerek iki mini dizi yayınlamıştı: Partners in Crime ve And Then There Were None.
İlki Tommy ve Tuppence ikilisinin başrolde olduğu iki romanın, diğeri de yazarın On Küçük Zenci isimli romanının uyarlamasıydı. Özellikle And Then There WereNone büyük bir başarı elde edince -ki tavsiyedir- BBC yazarın eserlerini daha çok değerlendirme kararı aldı.Yetmedi, bu başarı film stüdyolarının da dikkatinden kaçmadı tabii ki.
Peki, sonuç? Önümüzdeki dört-beş yıllık süreç içerisinde Agatha'nın eserlerinden karşımıza sekiz tane uyarlama dizi, ikisi eser uyarlaması ikisi biyografik olmak üzere dört filmin yayına germesi planlanıyor! Ben de bunların derlemesini yapmak için yola çıkıvermiş bulunuyorum.
“Firavunun mezarına her kim dokunursa ölümün kanatları onu saracaktır”
Günümüzde Antik Mısır tarihinin en ünlü ve ismi bilindik firavunlarından birisi ve hatta en ünlüsü Tutankamon. Kısa süreli firavunluğu boyunca yaptıklarıyla pek iz bırakan birisi olmasa da, hem mezarı modern dünyanın son büyük arkeolojik keşfi hem de mezarda olduğu söylenen laneti (Bknz: Tutankamon’un Laneti) kendisine büyük popülarite sağlıyor.
Laneti kısa süreliğine bir köşede dursun, ben bu yazıda mezardan ve esasında bir diziden bahsetmek istiyorum. M.Ö. 1332-M.Ö. 1323 yılları arasında Mısır'da hüküm süren Tutankhamun’un mezarı 1922 yılında arkeolog Howard Carter tarafından keşfedilmiştir. Hesap yapma gereği duyarsak ölümünden 3245 sene (!) sonra yani…
İngiliz kanalı ITV de mezarın keşfinin hikayesini dizi olarak karşımıza getirdi. Dört bölüm süren ve ismi şaşırtıcı olmayan bir şekilde Tutankhamun konan mini dizi, Ekim ayında başlamıştı. Zamanını geldiğinde de güzel bir şekilde kapanış yapıp gitti.
Tutankhamun hikayesini 1905 yılıyla açarak ilerlen bir yapım, yani keşfe daha 17 yıl var. Ama elimizde 17 yıl süren bir kazı hikayesi yok tabii. 1. Dünya Savaşı ve diğer bazı konuların da katkısıyla yaşanan zaman atlamaları sonrasında 1922'ye ulaşıyoruz. Dizinin bir kısmında da mezarın keşfinden sonra yaşananları anlatıyor. Bir noktada da konu meşhur lanete geliyor elbette.
20. yüzyılda mezarının keşfine kadar unutulmuş firavunlardan birisi olan, çoğu kişinin isminden haberi olmadığı, olanın da mezarı bulmaya imkansız olarak baktığı bir işe koyulan Carter’ın yaptığı kazıyı Lord Carnarvon üstlenmiştir. Lord Carnarvon’un kazıya eşlik eden kızı Leydi Evelyn’in de hikayeye dahil olmasıyla dizinin ana karakter üçlüsü tamamlanıyor. Bundan gerisi ise yaşadığımız tarihte gizli...
Dizide konu ve detaylar genel haliyle bu şekilde yani, biraz da nasılından bahsedeyim.
Harry Potter serisinin son kitabı raflarda yerini aldığında takvimlerimiz 2007 yılını gösteriyordu, son filmin vizyona girişinden bu yana da beş yıl zaman geçmiş durumda. Sevgili J.K. Rowling seri bittiğinde devamı gelmeyecek dese de tabii ki öyle bir şey olmadı. 19 yıl sonrasında geçen tiyatro oyunu ve senaryoya dayalı kitap şimdilik bir köşede duruversin, karşımıza Harry'nin hikayesinden 65 yıl kadar öncesinde geçen yepyeni bir film geldi: Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar.
Ben de 18 Kasım'da vizyona giren filmi kısa süre önce izleme imkanı yakaladım ve hakkında biraz çene çalmak istiyorum.
Filmin temelinde yatan fikir, aslında hem yeni hem de değil. Bilenler elbet vardır zaten, Rowling hayır amaçlı Harry'nin ders kitabı olarak bildiğimiz Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar'ı yazmıştı ve kitap 2001'de yayınlanmıştı. Her şey dahil 65 sayfalık bir kitap, hatta Harry'nin kullandığı kitapmış gibi bir kurgusu var. Birkaç ay önce okuma fırsatım olduydu, sahiden de bildiğimiz ders kitabı işte ama içinde ilginç bilgiler de var.
Sevgili Rowling de bu kitabın içindeki bazı bilgileri kullanıp yeni karakterler eşliğinde yoğurup film senaryosu yazdı. Başrole de ders kitabının yazarı Newt Scamander karakterini canlandırması için Oscar ödülü oyuncu Eddie Redmayne getirildi. Hatta ilk film vizyona girmeden önce üçleme olan serinin beşlemeye çıktığı da açıklandı. Yetmedi, ikinci filmin hazırlıklarına da başladı.
Sanıyorum bu kadar girizgah ve tanıtım yeter. Ben geleyim filme...
Belki Araplar kadar görgüsüzce gösteriş yaparak veya dikdatörce değil de daha sade yaşıyorlar ama benim aklıma gelen ilk seçenek kesinlikle İngiliz Kraliyet ailesi oluyor. Bir düğün yaptıklarında biz dahil dünyanın pek çok ülkesinde canlı yayını yapılan, her hareketleri yakından takip edilen ve skandalları da tabii ki dünyada geniş yankı uyandıran bir aileden bahsediyoruz. Geçmiş vakitte olanlar da cabası.
Her ne kadar genç ve gelecek jenerasyon gözümüzün önünde daha çok olsa da ailenin patroniçesi, yani 'kraliçesi' II. Elizabeth'i de bu resmin dışında bırakmak olmaz. Bir süre önce 90 yaşına bastı, 64 yıldan fazla süredir tahtta ve Büyük Britanya'nın başında. Hatta bir yıl kadar önce Kraliçe Victoria'nın rekorunu da el geçirdi. Kendisine Allah uzun ömür versin, oğlu Charles bu gidişle taht sırası kendisine gelmeden göçüp gidiverecek... Kadın şimdiye kadar sırf 13 tane başbakan gördü mesela.
Eh, neredeyse 65 yıl tahtta kalmadan bahsediyoruz. Dolu dolu, hatta istemediğin kadar dolu bir hayat var elimizde.
II. Elizabeth yaşadı, Netflix de dizisini yaptı.
Yazının esas özeti az üstteki cümle esasında. Kraliçe Elizabeth'in hayatını anlatan ve Netflix'ten çıkan yeni bir drama dizisi, 10 bölümlük ilk sezonunun bütün bölümleriyle 4 Kasım'da yayına girdi.
Dizinin arkasındaki kişi de Helen Mirren'ın II. Elizabeth'i oynayarak Oscar kazandığı 2006 yapımı Queen filmini de hazırlayan Peter Morgan hatta. Arkası sadece Elizabeth ve Netflix nedeniyle sağlam değil yani. Üstelik şimdilerde ikinci sezonunun çekimleri de devam ediyor.
Ben de şimdilik üç bölümünü izlemiş birisi olarak başlangıç itibarıyla bir ilk bakış yazayım dedim...
Çoğu kişi için 'Oscar ödüllü' ünlü oyuncu, iyi bir aktör ve çapkın bir erkek. Ama kendisinin bir de daha az bilinen çevreci bir tarafı var. Üstelik kendi ismiyle kurduğu vakfı aracılığıyla uzun zamandır bu konuda iyi bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Küresel ısınmayı ve iklim değişikliğini nasıl bilirsiniz peki?
Önemli ve bir o kadar da karışık konular olduğu malum, Leonardo DiCaprio da ilgilenen ve dikkati konuya çekmeye çalışan isimlerden birisi. Hatta bunun için onun merkezinde olduğu 2016 yapımı bir belgesel de hazırlandı: Before the Flood (Tufandan Önce). Belgesel 30 Ekim Pazar 20:00'de tüm dünyayla aynı anda ülkemizdeki National Geographic kanalında yayınlanacak. Ben öncesinde izleme imkanı bulmuş birisi olarak biraz hakkında çene çalmak istiyorum.
Fragmanı ilk sayfanın en altına bırakayım ve öncelikle süresinden girelim: 1 saat 35 dakika.
Tufandan Önce, süresi boyunca konuyu gayet sağlam bir şekilde işleyen ve üstünde epey hazırlık yapılan bir belgesel olmuş. Küresel ısınma ile ilgisi veya bilgisi olmayan insanlar da düşünülerek basit ve tane tane bir şekilde anlatım yapılıyor. Ben de izledikçe kendimi kaptırıp devam ettim mesela.
Geçmişten günümüze doğru görüntülerle ve grafiklerlerle giderek kimsenin kafasını karıştırmamaya özen göstermişler. Belgeselin yönetmeni Fisher Stevens. 2009 yapımı ile The Cove belgeseli ile Oscar kazanmış bir yönetmen, yani yapımı işini bilen birine teslim etmişler.
Leonardo DiCaprio'nun normal bir filmden ayırt etmeksizin ne kadar emek verdiğini anlamak ise hiç zor değil bu arada, özel bir tebriği kesinlikle hak etmiş. Kendisini izlerken ve küresel ısınmayla ilgili ciddi bir uslupla sorunu anlatışını dinlerken kafanızda kendisiyle ilgili önceye nazaran daha farklı amakesinlikle iyi bir imaj belirebilir mesela.
Daha önce hiç ülkenin başındaki insanların hepsi aynı anda öldüğü takdirde ne olur diye düşündüğünüz oldu mu?
Benim uçak kazası versiyonu düşündüğüm oldu itiraf etmek gerekirse. İçine gireceğimiz kaosun boyutu nasıl olur bilmiyorum ama Amerikalılar işte bu sorudan dizi yaptılar ve oldu size Designated Survivor.
Dilimizde yerleşik bir karşılığı olmadığından kullanamıyorum, dümdüz çevirirsek 'Atanmış Sağ Kalan' gibi bir şey oluyor. Her şeyi düşünmeye özen gösteren Amerikalılar tabii ki girişteki sorunu da düşünmüş durumdalar. Başkan ve yardımcısı dahil olmak üzere kabine üyelerinin neredeyse hepsinin bir araya geldiği belli bazı özel gecelerde kabineden gelişigüzel seçilen birisi o gece orada olmuyor. Ani ve büyük bir saldırı gerçekleşir de başkan ve yardımcısı dahil büyük kayıplar verilirse hayatta kalan bu kişi 'atanmış başkan' olarak göreve geliyor.
Dizinin ilk bölümünü tam böyle bir gecede açıyoruz, yılda bir kez olan ve neredeyse tüm siyasetçilerin orada olduğu Ulusa Sesleniş (State of Union) var. Piyango da İskân ve Şehircilik Bakanı Tom Kirkman'a vuruyor. Kendisini büyük bir çoğunluğun 24 dizisindeki Jack Bauer olarak bildiği Kiefer Sutherland canlandırmakta. Kiefer bey Ocak'ta mini dizi olarak geri dönmeye hazırlanan 24'e geri dönmeye sıcak bakmayıp kendisine yeni bir dizi buluverdi.
Üstelik 21 Eylül'de ABC'de başlayan ve şimdiye kadar dört bölümü yayınlanan dizi kanalı tatmin edici bir şekilde ilerlediğinden sezonu 22 bölüme çıktı bile.
Dizinin ilk bölümünde malum gece devam ederken girişte de bahsettiğim o saldırı gerçekleşiyor işte. Tom Kirkman da kendisini o kaosun orta yerinde mecburen başkan olmuş buluyor, partide daha rütbeli yaşayan kalmıyor çünkü. Dizinin genel hali bu şekilde, ben geleyim nasılına...
Ekim ayının sevdiğim az sayıdaki özelliğinden birisi olan Filmekimi’ne nihayet kavuşabildik. İstanbul dışındaki illerin programının daha kısıtlı olduğu malum, ben de doğma büyüme Ankara’da yaşayan birisiyim. Hoşuma gittiğini tabii ki söyleyemem ama istediğim sayıda filme vakit ayıramayacağımı bildiğimden en azından gözüm fazla arkada kalmıyor desem bu da yalan olmaz.
Ankara’nın ek seanslar dahil dört günlük programına bakarken gözüme kestirdiğim ilk film de Alt Tarafı Dünyanın Sonu oldu. Cannes’dan ödülle dönme, Kanada’nın Oscar adayı filmi olması ve tabii ki de Xavier Dolan. Gittim, gördüm ve sonrasında buraya geldim işte.
'Aynı günde doğan bir grup insanın hikayesi' denince aklınıza ne geliyor?
Sizi bilmiyorum ama son dönem yapımları benim beynimi yıkamış olsa gerek, This is Us'ı ilk duyduğumda bilim kurgu dizisi zannetmiştim. Detayına bakınıp fragmanı da izleyince neyin ne olduğu anlaşılmış oldu, aile dizisiymiş. Konusu da bu kadar ayrıca.
Eylül ayı ile birlikte dizi sezonu açılıp özellikle Ekim'le takvim çok karıştığından da dürüst olmak gerekirse başta bakmayı düşünmemiştim. Ama şimdi oturmuş ilk iki bölümün üstüne ilk bakış yazıyorum, gerisini siz hesap edin. Diziye bakış atmaya geçmeden bunun nasılını açıklamak istiyorum:
Mayıs ayı içerisinde yeni dizilerin fragmanları yayınlandığında Amerikalılar üşenmeyip 48 saatteki izlenmelerini takip ediyorlar. Geçmişten bugüne doğru son üç sezonda The Blacklist, How to Get Away with Murder ve Legends of Tomorrow zirveyi kaptı mesela. Bu sezonun kazananı tahmin edeceğiniz üzere This is Us oldu. Hatta öyle ki üç aylık süre içinde NBC'nin muhtemelen dizi başladığı için kaldırdığı 'resmi' Facebook ve Youtube fragmanlarının izlenme toplamı 70 milyonu geçerek ezdi geçti desek doğru olur.
Böyle bir başarı da insanda merak uyandırıyor tabii ki, dahası tanıtım fragmanı kötü de değil. Dizi zaten değil. NBC, This is Us'ı popüler yarışması The Voice'un arkasına koydu, Amerikalılar da bunca merakın üzerine zaten oturup izlediler ve gelen güzel reytinglerin ardından şimdiden dizinin sezonu 18 bölüme çıktı.
Malum fragman aşağıda dursun, biz gelelim detayına.
Son dönemin en popüler dizilerinden American Horror Story nihayet yeni sezonuyla ekranlara geri döndü ve devam eden merak bir sona erdi. İyi mi oldu kötü mü oldu şimdilik pek bilmiyorum ama elbet yakın zaman içerisinde anlarız.
Diziyi izleyenler muhtemelen farkındadır, Amerian Horror Story sezonlarının her birisinin belli ve ayrı bir teması (Cinayet Evi, Akıl Hastanesi, Cadı Meclisi, Ucube Gösterisi, Hotel) oluyor. Ayrıca 15 saniyeyi geçmeyen kısa fragmanlarıyla sezon başlamadan bu temanın tanıtımı yapılmaya çalışılıyor. Bu sezona kadar hep böyleydi.
Bu sezon ne olduysa oldu, etraf bir gizem haline büründü. Ryan Murphy sezon başlamadan önce dizinin temasının açıklanmayacağını söyledi mesela. Sezon öncesi yayınlanan kısa fragmanlar (24 tane!) içerisinden sadece 'bir' tanesinin aslında gerçek temayı yansıttığını diğerlerininse saptırma olduğunu söyleme nezaketini (!) de gösterdi. İşte ilk bölümle birlikte nihayet bu sürümceme neredeyse sona erdi. Tamamen diyemiyorum, dahası devamında...
Diğer sayfalarda ilk bölümü deşmeden önce dürüst olayım, American Horror Story'yi oturup izlesem de eskisi gibi bağlı birisi değilim. İkinci sezondaki Akıl Hastanesi temasından daha iyisinin çıkmayacağı gerçeğini kabul etmem bir kenarda dursun önce. Dördüncü sezonda sıkılıp ortasında bırakıp diziye bir daha dönmeme eşiğine bile gelmiştim. Sonrasında Lady Gaga'yı beşinci sezonda transfer edince bir şans daha vereyim dedim ve işte geldik buradayız.
O zaman ilk bölümün ardından bir ilk bakış yapalım, bakalım bölüm nasıldı...
Not:American Horror Story altıncı sezon ilk bölümüyle bu akşam 23:30'da FX Türkiye'de de olacak, aklınızda olsun.
Discovery Channel deyince aklınıza ne geliyor bilmiyorum ama dizi kanalı olduğu gelmiyordur herhalde. Yeni başladı denebilir, az ve öz yapıyor, mini yapıyor ama yaptıklarından da güzel iş çıkıyor.
Daha öncesinde Game of Thrones'un Robb'u Richard Madden'ın başrolde olduğu Klondike isimli bir mini dizisini izlemiştim. Konusu tarihin en büyük altın arayışlarından biri hakkındaki gerçek hayata dayalı olan dizi gayet tatmin ediciydi. Aynı Discovery üç bölümlük bir mini diziyle daha izleyici karşısına geliyor: Harley and the Davidsons.
Üstelik başrollerden birisi yine Game of Thrones'tan, dizinin Daario Naharis'i Michiel Huisman. Dizinin ismi de bir şeyleri çağrıştırıyordur muhtemelen. Ünlü motosiklet markası Harley-Davidson'ın kuruluşu olan 1903'ten giriyoruz, üç bölümlük hikayenin sonunda zaman atlamalarıyla birlikte 1936'nın kapısından çıkıyoruz. Üç ortağın kurduğu şirket, bölümler boyunca bir sürü badire atlatarak, rakipleriyle mücadele ederek ve önemli riskler alarak zirveye doğru ilerliyorlar...
Harley and the Davidsons, 13 Eylül'de ilk bölümüyle Discovery Channel Türkiye'de yayınlanmaya başlayacak, bu da aklınızda olsun. Lazım olur. Ben, hazır üç bölümü de izlemişken hakkında biraz konuşmak istiyorum. Yazının devamı burada
Kaliteli mini dizileriyle bilinen İngilizler, yeni dizi sezonunu henüz açmamışken Ağustos ekranına dahil ederek izleyicilerin karşısına yeni ve izleyenlerden genel olarak gayet iyi geri dönüşler alanOne of Us‘ı getirdi.
4 bölüm süren bu diziyi yayınlayan kanalsa BBC One oldu. Harry ve Jack Williams kardeşlerin elinden çıkan yapım, tür bakımından bir “Katil kim?” draması. Esasında yabancı olduğumuz bir konu değil yani. Ama normalin aksine polis soruşturmasına daha az odaklanıp aileleri daha çok öne çıkaran bir yapım çıkmış. Dizinin merkezi de İskoçya’da dağın başı diyebileceğimiz türden bir yer.
Grace ve Adam
Adam ve Grace birbirlerini çocukluklarından beri tanıyan ve seven bir çift. Zaten ikisinin ailesi de İskoçya’nın Braeston kentinde uzun yıllardır yan yana yaşıyorlar. Diziyi de bu ikilinin evliliği ve balayından dönüşleriyle birlikte vahşice öldürülmesiyle açıyoruz.
Aileler durumu öğreniyor, haliyle de perişan oluyorlar. Normalde bu aşamanın ardından katil kim karmaşası yavaş yavaş başlar, ama işte bu dizide başlamıyor. Çünkü katil zaten belli, polislerin saptaması uzun bile sürmüyor.
Şimdi bunun üzerine İngitere’de havanın yine berbat olduğu bir akşam düşünün. İki aile hala yas halinde; tam da bu durumdayken malum katil, arandığına dair suratı televizyonlara ulaşmışken bunların evlerinin olduğu yerde bitivermesin mi? Belasını ararmışçasına bitiveriyor işte.
Daha doğrusu oraya doğru giderken kullandığı araç kaza geçiriyor ve yardım için kendisinin yanına gelen aileler bunu tanıyor. Üstünüze afiyet, bunun üzerine tabii ağzı gözü daha da yamuluyor.
Alınan ortak karar: Sabaha kadar bir kafese tıkalım, hava ve yollar düzelince gelen polise teslim edelim. Amma velakin fikren güzel olan bu kararı uygulayamıyorlar. Çünkü sabah olduğunda çocukların katili, öldürülmüş bir halde bulunuyor. Birisi gece vakti adamı koydukları ambara sıvışıp cinayet işlemiş! ‘İçlerinden birisi’. Ama hangisi?
Aşağı yukarı konu ve dürüst olmak gerekirse ilk bölümün geneli bu şekilde. Şüpheliler ve isimleri de resimlerde gördüğünüz gibi.
Başlamışken birkaç temel bilgiden de bahsedeyim:
# Elliot ailesinde Louise ve Peter yıllar önce ayrılmışlar. Peter’ın hayatına bir başka kadın girmiş bile hatta, ailenin geri kalanı babalarıyla pek görüşmüyor. Cinayetlerin haberini alan Peter da yeniden ortaya çıkıyor haliyle. Rob ve Claire ailenin çocukları, Rob ile Anna birlikteler. Claire de bir klinikte çalışıyor.
#One of Us her ne kadar iki ailedeki karakterleri öne çıkarsa da arka tarafta polis soruşturması da devam ediyor tabii ki. Juliet ve Andrew ikilisi olaya bakan iki polis, Juliet bir yandan da hasta kızıyla uğraşıyor. Ciddi bir ameliyat geçirecek olan kızı için para bulması gerek.
# Giriş resminde görünen Alistair karakteri de olayın içindeki isimlerden ve Bill Douglas ile birlikte çalışıyorlar.One of Us benim beğendiğim dizilerden oldu. Zaten İngilizler, özellikle de BBC merkezinde “Katil kim?” sorusu olan mini dizilerin genellikle üstünden güzelce kalkıyorlar. (Bir başka örnek için bknz: And Then There Were None) Bu dizide de şaşmamış. Mini olduğundan bir son olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Katili de öğreniyoruz, nedeni de biliyoruz. Hatta dizideki bir sürü karakterin her birisinin hikayesi kendince bir kapanışa gidiyor.
Kadrosundaki bazı isimleri zaten oradan buradan gözünüz ısırıyordur mesela, orada da bir sorun yok açıkçası. İngiliz dizilerinde bolca olan manzarayı ve havayı devreye sokmayı, gerektiğinde aksanı kullanmayı da becermişler zaten. One of Us özetle vaad ettiğini izleyiciye gayet güzel veren, sonuyla da oldukça tatmin eden bir yapım. Hatta beklentiyi gereksiz artırmak istemem ama dizinin finali benim en sevdiğim kısmıydı.
TLC kanalı ülkemizde çoğunluğun gündemine Cnbc-e kanalı sahip ve isim değiştirince girmiş olsa da Amerika merkezli ve burada olduğu gibi orada da reality şov ağırlıklı yayın yapan bir kanal. Ama dizi işiyle alakası olmayan kanalların bile dizi yapmaya başladığı şu dönemde TLC’nin de buna girişmesi pek sürpriz olmadı açıkçası.
Ağustos ekranına dahil olan Too Close to Home, 22 Ağustos’ta ekranlara gelmeye başladı.
* Dizi, Tyler Perry’nin yaratıcısı olduğu bir yapım. Kendisi merkezinde siyahların olduğu film ve dizileriyle ünlü bir isim aslında, Too Close to Home ise bütün başrolleri beyaz olan ama içinde çeşitlilik de bulunduran bir kadro.
* Sezonu sekiz bölüm, hala da devam ediyor. Çift bölümle açılış yapan dizi, üçüncü bölümü yayınlandıktan sonra ikinci sezon onayı aldı. Reytinglerinin kanal için güzel olduğu durumu bir yana, ilk dizisini yapan kanalların zaten dizilerini iptal ettikleri söylenemez. O nedenle sürpriz olmadı.
“Amerikan başkanı Beyaz Saray çalışanlarından birisiyle Oval Ofis’te seks yaparken kalp krizi geçirirse ne olur?”
Skandal oluyor ama Scandal dizisi olmuyor, onu baştan söyleyeyim. Monica Lewinsky skandalının Monica tarafından bakılmış değişik bir versiyonu oluyor desek daha doğru.
Anna Hayes (Danielle Savre), kökleri Alabama’ya dayanan işçi sınıfından gelme genç bir kadın. Hani şu küçük bir yerde kıt kanaat geçindiği bir hayatı olan, o nedenle yeterince büyüdükten sonra kapağı başka yere atmaya can atan modelden. Zamanı gelince de iki kız kardeşini, annesini ve sevgilisini arkasında bırakıp Washington’a gitmiş de zaten.
Beyaz Saray’ın dahil olduğu, geçmişinden tamamen uzak yeni hayatında kendisini yakından tanıyan kişiler de zengin bir ailesi ve prestijli bir hayatı olduğunu zannediyorlar. O tarafınsa hiçbir şeyden haberi yok yani. Bir de kontrol delisi ülke başkanıyla ilişkisi olduğu kısım var haliyle. İşte günün birinde Oval Ofis’te seks yaparken adam üstüne yığılıp kalıverince zaten sahte ve karışık olan hayatı hepten tepesine yıkılmış oluyor.
Önce First Lady, ardından kendisi hakkında aslında bir şey bilmeyen yakın arkadaşları, ardından da medya durumu öğrenince Anna için bir kaçış hikayesi başlıyor. Daha doğrusu tüm ülke suratını bilir ve gerçeği merak eder hale gelmişken, sığınabileceğini düşündüğü ama yıllardır ayak basmadığı eski evine gitmeye, mütevazı hayatına mecburen dönmeye karar veriyor.Too Close to Home, başlamasıyla birlikte bir yandan Washington’daki bu krize odaklanırken aynı zamanda Alabama’daki devam eden hayatı da izleyiciye sunuyor. Yani Anna ilk bölümün sonunda Alabama’daki eski evinin kapısına varmıyor…
* Anna’nın bir restoranda garsonluk yapan ve ailesinin yükü üzerinde olan kardeşi Bonnie(Kelly Sullivan) de bu kısmın merkezi olarak öne çıkıyor. Diğer kardeş Shelby (Brooke Anne Smith), uyuşturucu bağımlısı ve kimseye bir faydası yok.
Annesi bakıma muhtaç, onu da üstlenmiş durumda. Bonnie’nin eski evliliğinden iki çocuğu var, bir tane de Shelby’nin işe yaramazlığı nedeniyle kendisinin büyüttüğü bir çocuk (Curran Walters) daha var. Sorunlu bir ilişkisinin olduğu sevgilisi J.B. (Brad Benedict) de cabası.
* Anna’nın arkasında bıraktığı eski sevgilisi Brody‘nin (Brock O’Hurn) başında ise Alzheimer hastalığı yüzünden pek bir şey hatırlamaz olan babası var. Ayrıca Bonnie ve annesinin ev sahibi olduğundan kirayı o alıyor.
Dizinin durumu, tipi, hali vakti aşağı yukarı böyle yani.Too Close to Home, izlemesi insanı yormayan bir dizi. Ortadaki skandalı ve karmaşayı dozunu abartmamakla birlikte pembeye varan bir şekilde anlatmalarının da bunda payı var elbet. Yeterince orijinal olduğunu iddia etmesem daha iyi ama klişeye de boğmuyor tabii. Her ne kadar ilk dizisi bile olsa TLC gibi kanaldan daha fazlasını beklememek gerektiğine hazırlıklı olduğumdan da çarpmamış olabilir.
Sonbahar sezonuna girdiğimiz şu karmaşanın ortasında böylesi bir dizi gerekli mi peki? Tabii ki hayır. Daha çok boş ve sakin bir dönemde gidecek türden olduğunu düşünüyorum. İzlemeye devam ettikçe alıştığımı da itiraf edeyim. İlk başlarda Anna karakteri oyunculuğun da etkisiyle içi boş ve çekilmez gelirken, Washington hikayesini de tabiri caizse fazla gürültülü buluyordum. Zamanla bu kısma izleyiciyi alıştırıp kendilerini de törpülüyorlar mesela. Oyunculukların da devam edildikçe alışılası olduğunu düşüncesindeyim.
Alabama hikayesi ise yardırmıyor olsa bile beklediğimin aksine daha çok hoşuma gitti mesela. Hikayenin merkezinde asıl o olsa daha iyi mi olur diye düşündüğüm de oldu açıkçası. O nedenle Washington’ı en azından göründüğü kadarıyla oraya doğru yürütmeleri bence doğru olmuş. Bu tarz bir hikayenin sonrasını nasıl yürüteceklerini kişisel olarak merak etmem de cabası oldu.
Too Close to Home üzerine diyeceklerim genel olarak bu şekilde işte. İzleyecek olanlara iyi seyirler efendim…
Yaz mevsimini arkamızda bırakıp Sonbahar'a sırtımızı dayamak üzere olduğumuz artık malum bir gerçek. Gerçi bırakmasak da olur ama o başka bir konu tabii. Sonbahar'ın bir anlamı da elbette yeni dizi sezonunun açılması demek. Ülkemizin hali bir kenarda dursun, Eylül'le birlikte yeni yabancı diziler de ikişer üçer görücüye çıkmaya başlıyorlar. Eski dizilerin de dönmesiyle ortaya büyük bir dizi hacmi çıkıyor hatta.
Ben de hazır sezonu açmamıza ramak kalmışken, Sonbahar mevsimi boyunca karşımıza gelecek 'yeni' dizilerden iddialı ve dikkat çekici görünen dizileri fragmanları ve konuları eşliğinde bir toparlayayım dedim. Bakalım neler var?
Yazıdaki bazı dizilerde yer alan 'İzleyici Yorumu' kısımları, sitenin yazarlarından Arman Güvenç'in şimdiden izlediği ilk bölümlere dair görüşlerini içeriyor.
Not: Diziler açıklanan başlangıç tarihlerine göre sıralandı.
Kısa bir süre önce 90. yaşını kutlayan II. Elizabeth, 63 yıldan uzun süredir tahtta ve hatta bu alandaki rekoru elinde de bulunduruyor. Ama tabir-i caizse Britanya'da Elizabeth'ten önce en az onun kadar tahtta kalan Victoriavardı. Bir devre isminivermesinin yanında, imparatorluğun zirvesini yaşadığını yıllarda başta olan kraliçeydi.
Babasını sekiz aylıkken kaybedip hiç tanıyamayan Victoria, amcası vefat edip de taht sırasını kendisine gelmiş bulduğunda ise sadece 18 yaşındaydı. İşte, İngiliz kanalı ITV de bu dönemden itibaren başlayarak Victoria'nın hayatını dizi olarak izleyici karşısına getirdi. Döneminin ilk yıllarında yaşadıkları, saray hayatı ve Prens Albert ile olan evliliği de elbette buna dahil.
Çok da değil aslında, sezonu sekiz bölüm sürecek olan bir dizi. Şimdiye kadar da iki bölümü çıktı. Siz ne dersiniz bilmem ama merkezinde krallıkların, sarayların veya asaletin olduğu tarihi dramaları daha bir çok seviyorum. Victoria'yı da o nedenle özellikle denemek istiyordum. Şimdiye kadar gördüklerimden de yeterince memnun kalınca elim işte bu ilk bakış yazısına uğradı.
Kanal bu sezon içinse 11 yeni dizi sipariş etmeyi tercih etti. Bu dizilerin 8 tanesi drama dizisiyken, 3 tanesi ise komedi dizisi. Ayrıca toplamda 4 tanesi Sonbahar ile birlikte karşımıza çıkacakken kalan 7 tanesi sezon ortasında veya sonrasında ekranlarda olacak. İşte o diziler:
Konusu: Eski bir asker olan Teksaslı polis Martin Riggs, karısı ve bebeğini kaybettikten sonra yeni bir hayata başlamak için Los Angeles’a taşınır. Los Angeles Polis Merkezi’nde de Dedektif Roger Murtaugh ile ortak olur. Murtaugh küçük bir kalp krizi geçirmiş olduğu için stresten uzak durması gerekmektedir ama ele aldıkları davalar nedeniyle bu o kadar da kolay olmayacaktır.
2) Pitch
Başlangıç: 22 Eylül Perşembe
Konusu: Pitch, beyzbolun merkezde olduğu bir drama dizisi olacak ancak alışılanın aksine merkezinde bir “kadın” oyuncunun olduğu. Ginny Baker (Kylie Bunbury), erkeklerin egemen olduğu beyzbol liginde oynayacak ilk kadın oyuncu olarak (San Diego Padrestakımında) izleyici karşısına çıkacak.
3) The Exorcist
1973 yılında aynı isimle film olarak uyarlanmış olan William Blatty’nin 1971 tarihli romanı, diziolarak da izleyici karşısına geliyor.
Konusu: Psikolojik gerilim türündeki dizi, şeytanın etkisine giren bir ailenin davasına bakan iki farklı adamın şeytanın gerçek yüzü ile yüzleşmesi üzerine. Dizinin kadrosunda Alfonso Herrera,Ben Daniels ve Geena Davis gibi isimler bulunuyor.
4) Son of Zorn
Animasyon dizilerin ulusal kanallardaki yuvası FOX’tan yeni bir dizi daha geliyor: Son of Zorn.
Konusu: Zephyria adasından efsanevi savaşçı Zorn, insan oğlu Alan ve eski karısı Edie ile yeniden biraraya gelmek için Orange County’ye geri döner. Yalnız ona göre gerçek hayatta sıradan bir ofis çalışanı ve banliyönün bir parçası olmaktansa ülkesindeki savaşçı günleri çok daha kolaydır. Dizide Zorn’u Jason Sudeikis seslendiriyor.
Başlangıç: 11 Eylül Pazar
* Sezon Ortası
5) 24: Legacy
10 sezonluk 24 dizisi, Kiefer Sutherland’in diziye dönmeme kararı almasının da katkısıyla yeni bir kadro ve hikayeyle ekranlarda olacak. Dizinin hikayesi de 24: Live Another Day‘den üç yıl sonrasında başlayacak.
Konusu: Bir ordu kahramanı olan Eric Carter (Corey Hawkins), arkasında bir sürü problemle Amerika’ya geri dönüş yapar ve Amerikan Terörle Mücadele Ünitesi (CTU) ile hem sırtındakilerden kurtulmak hem de Amerikan topraklarında gerçekleşmek üzere olan en büyük terör saldırısını engellemek amaçlı iletişime geçer. Hikayesi Washington’da geçecek olan sezon, 12 bölümden oluşacak.
Başlangıç: 5 Şubat 2017
6) A.P.B.
A.P.B. yeni sezonun bölümlük polisiye dizilerinden bir diğeri olacak.
Konusu: Esrarengiz bir milyarder, sevdiği birisini kaybettikten sonra onun davasını kapatmak ve düzeni sağlamak için Chicago’daki sorunlu bir polis karakolunun kontrolünü devralır.
Dizi, yaptığı dönüşle finalininde yaşanan Michael’ın ‘ölümüne’ haliyle bir açıklama getirecek. Orijinal dizi Michael’ın kardeşi Lincoln’ü hapisten çıkarmaya çalışması üzerineyken bu sefer Lincoln, hapishanedeki eski mahkumlar ve Sara’nın da katkısıyla Michael’ı bulunduğu yerden çıkarmaya çalışacak.
8) Shots Fired
Sezonun ‘event series‘ türündeki dizilerinden birisi. Sezonu 10 bölüm sürecek.
Konusu: Amerika’da polislerin sivilleri vurması, özellikle de vurulan kişi siyah biri olduğunda oldukça önem arz eden bir konu haline geliyor.
Shots Fired da bir polis-sivil olayı üzerine kurulu, ardından yaşanan olaylar farklı taraflar açısından anlatılacak. Tennessee’nin küçük bir kasabasında silahlı saldırı yaşanıyor ve siyah bir polis beyaz birini vuruyor.
9) Star
Kanalın en popüler dizisi Empire’ı kanala hazırlayan Lee Daniels, yeni dizisiyle de sezon ortasında kanalda olacak.
Konusu: Dizi,Star, Simone ve Alexandra (Jude Demorest, Ryan Destiny, Brittany O’Grady) isimlerinde müzik dünyasında kendilerine önemli bir yer edinebilmek için bir grup kuran, bu uğurda ne gerekiyorsa yapmak için yola çıkan üç genç ve yetenekli kadının yaşadıkları üzerine.
Star ve Simone’un kardeş olduğu ve koruyucu ailelerde büyüdüğü dizinin kadrosunda müzikal düşüncelerini onaylamasa da kızlara göz kulak olmaya çalışan Carlotta karakterinde Queen Latifah da yer alıyor. Sezonu 13 bölüm sürecek.
10) Making History
Sezon ortasının kahkaha efekti olmayan komedilerinden birisi olacak.
Konusu: Bir profesör, kendisi ve çalışma arkadaşlarının geçmişe gitmek için kullanabileceği bir cihaz yapar ve günümüzü daha iyi hale getirebilmek için geçmişteki olayları değiştirebilmek amacıyla cihazı kullanmaya başlarlar. Bu da ortalığın her iki taraf için de karışmasına neden olur…
Konusu: Rhode Island’tan Mackenzie Murphy, zengin bir hayat süren kız kardeşinin ailesiyle birlikte yaşadığı Greenwich, Connecticut‘a kardeşini görmeye gider. Ancak kız kardeşi ve eşi federal kaçakçılık nedeniyle hapse düşünce kendisini yeğenlerinin bakımını üstlenmiş bir halde buluverir.
Not: FOX kanalı aslında Seth MacFarlene’in arkasında olduğu Orville isimli bilimkurgu temelli komedi-drama dizisine de onay verdi ama dizi 2017-2018 sezonunda yayında olacağı için bu yazının içinde yer almadı.