1 Mayıs 2014 Perşembe

Gölgedekiler 2. Bölüm: Kola Kol Bir Zaman Muamması


Bu gelini ne yapmalı? Kaynar kazana atmalı.
Show TV’nin ‘şaşırtacak, sarsacak, unutulmayacak’ gibisinden tariflerle tanıtım yapmaya devam ettiği yeni dizisi Gölgedekiler’i ikinci ve yeni bölümüyle karşımızda bulduk. Geçen bölümde “Ben FOX’un bir zamanlar yayınladığı Çağan Irmak yapımı Kâbuslar Evi serisi gibi bir şey bekliyordum. Bu pek öyle olmamış,” demiştim. Bu bölüm için de fikrimin pek değiştiği söylenemez ama kaplumbağa adımlarıyla da olsa ilerleme var gibi duruyor.

Not: Dizinin ilk bölümünde iki farklı olayın olduğu bölümler için iki farklı reyting değerlendirmesi yapılmış. Sonuçta ikisi de ilk 25’e girmemiş. Dizinin her bölümü farklı iki hikâye üstüne kurulu olduğu için ne kadar gittiği sorun değil malumunuz ama haberiniz olsun dedim.

1. Hikaye: Annenin Laneti

Bölümün ilk hikâyesi kötü gelin üzerine kurulu çıktı. İki erkek kardeşten küçük olanın meğerse kolu yokmuş ve bölümün başında kol takılması için doktorda bulduk kendimizi. Gerekli para abinin alacağı sayesinde sağlanacakmış, onu öğrendik. Anne de kardeş de çok hevesliler. Hatta sonrasında çocuk sevdiği kızı istemeye gitmek konusunda hevesli falan. Ama izlediğimiz şey dizi olduğu için hiçbir şey beklenildiği gibi bitmedi ve işler karıştı.

Abinin karısı Nergis kocasının evliliklerinin başından beri söz olarak verdiği bilezikleri alması için kocasına baskı yapmaya başladı. Hatta bunun için “Terk ederim lan seni, gencim güzelim herkese yeterim,” başlıklı bir konuşma yaparak azıcık ucundan da gösterdi. Adam da bir miktar basiretsiz çıktığı için kabul etti ve kadının kollarını donattılar. Üstüne de akşama gidip kardeşinin ve annesinin bütün ümitlerini “Dolandırıldım,” yalanı ile yıktı geçti bizim basiretsiz. Kadın da en okkalısından bir beddua okudu tabii buna neden olana.

Sonra ne oldu dersiniz? Kader ağlarını ördü o oldu. Bizim kafadan kontak erkek kardeş olanlara daha fazla dayanamayıp sabahına astı kendini. Anne yaslara büründü, biz başladık cenazeye. Gelinin bilezik olayı da orada ortaya çıkmış oldu. Kadın çıldırıp aklına geleni söyledi haliyle. Gelin üstüne evi terk edip kendininkine geçti.

İşte tam o noktada evdeki kadınlar abiye yan gözler kınarcasına baktılar ya, hah, işte orada bana bir gülme geldi. Yazının başında ve bir önceki yazıda Show TV’nin dizinin tanıtımıyla ilgili söylediği sözlerden bahsetmiştim. Bu tarz ‘saçma’ lafları kesmesini sırf bu yüzden kessinler istiyorum. Çünkü bu diziyi korku olarak satamazlar, gerilim bile değil. Hikâyeleri sevdirebildikleri ölçüde ve bölümlük kadroyla izletebilirler ancak bu diziyi.


Karının kolu kardeşinin kolundan daha önemli.

Neyse, efendim ondan sonrası da annenin bedduasının tutmasıydı. Abi cenaze evinden dönmemişken evlerine hırsız girdi, kadının kolunu kesip bilezikleri aldı. Adam da eve gelince duvara dayandı kalakaldı nihayetinde. Eh, anne erdi muradına, Nergis gitti cehenneme, abi sanırım kerevetine çıkan kişi olmuş oldu. Artık ne yapacaksa orada… Ben de hayırlı olsun diyeyim bari.

Bölümün diyaloğu: Kola kol, cana can, acıya acı. – Bunu papağan gibi 50 kere tekrarlayınca biraz ucuz ve komik kaçıyor, biliyor musunuz?

Sonuç: Ben Nez’i kliplerinden ve şarkılarından bir miktar tanıyorum. Deneyimi varsa bile hiç başka bir yerde oyuncu olarak izlememiştim ve kötü karakter olayını kıvırdığını düşünüyorum ama genel olarak hikâyeyi basit ve yapay buldum, pek beğendiğimi de söyleyemem. O kardeşin kafadan kontaklığını abartmışlar mesela, ki bu tarz bir fazlalığı ilk bölümün ilk hikayesinde de yapmışlardı. Annenin papağanlığını saymazsak kadın zaten yılların deneyimlisi, yapmış yapacağını işte. Öyle yani…


2. Hikaye: Mucizenin Gülleri

Kadının “Paraya kandım, hayatımı karattım,” başlıklı konuşması güzeldi.

İkinci hikâye zaman yolculuğu gibisinden bir hikâye çıktı. 1970’leri ve 2010’ları birbirinin içinde buluverdik. Genç, güzel, 70’lerde yaşayan ve kocasından çok çeken Hande, son dayağını yedikten sonra dayanamayıp yanına alabildiğini alıp kocası duştayken evden çekip gidiyor. Bu sırada 2010’da Yusuf, yani Cemal Hünal’ın karakteri borçları nedeniyle atölyesi haczedilen biri olarak karşımıza çıktı. Bankaya olan borçlarını ödeyememiş. Sonrası dert bir durum aslına bakarsınız. İki gün içinde dünya para bulması lazım, dolayısıyla bizimki çalışanlarıyla helalleşip çıktı yola. Eve gidiyor.

İşte o anda nasıl olduysa artık 1970 ile 2010 birbirine girdi. Hande evden koşarcasına kaçarken olacak iş ya bizim Yusuf’un arabasına rastlıyor ve hiç düşünmeden durdurup biniyor. Kadın korkusundan paranoyağa bağlamış durumda, adam da ne halt dönüyor anlamıyor ama yardımsever işte. Başlıyorlar arabayla dolanmaya. Ara ara da ne hikmetse kadın kocasının arabasını gördüğünü söylüyor ama adam bakıyor, yok araba falan.

Bu sırada kadın korkusu geçmişçesine hikâyesini anlatmaya başlıyor. Meğerse zamanının güzellik kraliçelerindenmiş de kendisini sefaletten kurtarmak için zenginin tekiyle evlenmiş, tabii adam sonradan psikopat çıkmış. Bu da beş yıl kadar dayanmış. Kadın bunu anlatırken bunlar bir yerde oturup çay falan da içip havayı karanlığa çevirdiler. Sonrasında da tam adam evine doğru gidecekken arabayı yine görüverdiler, daha doğrusu kadın gördü. Bunun üzerine ortayı “Beni gerçek evime götür,” ile bulma kararı aldılar. Bizimki yardımsever haliyle onu da yaptı.

Biz bu adamın durumuna ‘dört ayaküstüne düşmek’ diyoruz.

Borçları olduğundan bahsetmiştim, kadın inmeden önce evden çıkmadan aldığı kolyeyi adama borcunu ödesin diye veriverdi. Bu da aradığı mucizeyi gerçekleştirip borçlarından kurtulmuş oldu, güzel iş valla. Sonra da kadının kolyeyi verirken bulunduğu istek üzerine gül götürmeye karar verdi. İşte orada bölümün en güzel yanı devreye girdi: Kadını gece karanlığında bıraktığı yer meğerse uçurummuş. Haliyle şaşırdı bizimki, açıkçası ben de biraz şaşırmadım değil, daha doğrusu hoşuma gitti. Nasılını merak ederken uçurumda bir kadınla, yani bizim Hande’nin artık yaşlanmış annesiyle karşılaştı ve böylece her şeyi çözmüş oldu:

Kendisinin dün yaşadıkları aslında 1970’de yaşanmış ve Hande’yi takip eden kocası onu uçurumdan aşağıya atmış. Eh, adam şaşırıp pek akıl veremese de olanı biteni mucizeye bağladı ve aldığı gülleri denize doğru savurdu. Biz de bu sayede bölümün sonunu görüvermiş olduk. Öyle yani…

Bölümün mottosu: Hayat bazen mucizelerin bile sınırlarını zorlayabiliyor.

Sonuç: Ben yine ikinci hikâyeyi ilkinden daha çok sevmiş durumdayım. Hatta şimdiye kadar yayınlanan dört hikâye içinde en çok bunu sevmiş durumdayım. Yan kadroyu tenzih ediyorum, başroller ve hikâye burada daha iyiydi. Gerçi ilk bölümün ilk hikâyesindeki iyilik yapan iyilik bulur olayını sanki buraya harmanlamışlar gibi gelmedi değil ama iyi durmuş. Geliyorsanız bana böyle şeylerle gelin…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder