1 Haziran 2013 Cumartesi

Tanıtım: Being Human (ABD)

24595

2008 yılında Twilight patladığı zaman yapımcıların ve yazarların gözü, vampir ve kurtadam içerikli yapımlara ve kitaplara yeniden çevrilmişti. Hatta bir süre sonra, hala da popülerliğini bolca koruyan The Vampire Diaries yayına girdi. Amerika’nın kablolu kanallarından Syfy ise bu amaca hizmet niyetine, karşımıza Being Human‘ı getirdi. Ülkemizde de Cnbc-e‘nin yayınladığı dizi, bu tanıtım yayınlandığında 3. sezonunu bitirdi ve 4. sezonu için de onay aldı. Peki nasıl bir şey bu dizi?

Being Human aslında uyarlama bir dizi. Başlığa parantez içinde ABD yazmamın nedeni de bu zaten. İngilizlerin 5 sezonluk aynı isimli dizisinden türemiş durumda. Bizde olduğu kadar diyaloglarına kadar bir uyarlama yok ama genel konsept olarak iki dizi benzer gidiyorlar. Ama iki dizinin de ilk sezonları boyunca… 2. sezon ile birlikte iki dizinin gidişatını birbirlerinden ayırdılar ve uyarlama yapısı kayboldu. Zaten dizinin normal vampir-kurtadam dizilerine benzediği de yok, o ayrı. En iyisi bu noktada dizinin konusuna gireyim:


Bir vampir bir de kurt adam, birbirleriyle de çok yakın arkadaşlar. Aidan ve Josh’un yıllardır yaşadıkları hayat ve sahip oldukları anormalliklerinin ağırlığı, bir gün canlarına tak ediyor ve birlikte “normal” bir insan hayatı yaşamaya karar veriyorlar. Yani kimliklerinden tamamen uzak olarak… Hatta aynı hastanede çalışan ikili, birlikte ev bile tutuyorlar. Yerleşmeydi düzendi derken de birden anlıyorlar ki evde yalnız değiller. Tuttukları ev meğerse hayaletliymiş. Bknz: Sally.

Tabii bir hayaleti sadece vampir-kurt gibi doğaüstü varlıkların gördüğünü de belirtmek lazım. İki arkadaş, aldıkları kararı uygulamak istercesine yaşamlarına Sally’yi de dahil ederek yeni bir hayata başlıyorlar. Ama hep diyorum, izlediğimiz şey dizi diye. Geçmiş dediğimiz şey de kolay kolay terk edilen bir şey değil, malumunuz. İkilinin, aslında üçlünün birden hayatı düşündükleri kadar basit kalmıyor ve “insanlar gibi yaşama” sürecinde mücadele de başlıyor.

Konuya açıklık getirmek için dizinin ana 3 karakterinden de kısaca bahsedeyim.

Aidan – Josh – Sally
Aidan: 200 küsür yaşlarında bir vampir. Yıllarca vampir doğasına uygun olarak yaşamış olsa da artık o kültürden uzak kalmaya karar vermiş. Hatta “insan olma” fikri temelde ondan çıkma. Ama bunun tek bir söz ve kararla uygulayamayacağı bir şey olduğunu anlaması çok uzun sürmüyor. Zira şahsiyetin ait olduğu “grup” kendisini bırakmaya pek niyetli değil.

Josh: Her dolunayda kurta dönüşme meziyetine sahip olsa da bundan midesi bulunan bir kurtadam. Bir kurt adam tarafından ısırıldığı için başta ailesi ve nişanlısı olmak üzere bütün hayatını bıraktığı için durumuna tepkili, dolayısıyla bu plan onun da hoşuna gidiyor. Aidan’dan hallice onun da hayatı kendi içinde ayrı bir arap saçı.

Sally: Evin kadrolu hayaleti. İkili taşınmadan önce nişanlısıyla oturduğu evde hatırlayamadığı bir şekilde ölmüş ve hayaleti de evin içinde kalmış. Aidan ve Josh ile bir bağ kurması çok uzun sürmüyor ve onların da desteğiyle ruhunun huzur bulabilmesi için nasıl/neden öldüğünü anlamaya çalıştığı bir uğraşa giriyor.

Not: Orijinal dizide Aidan’a karşılık gelen karakteri oynayan oyuncunun adı Aidan Turner. Karakterin adı da o diziye ithafen böyle konuldu.
Being-Human-US3
Dizinin normal vampir-kurtadam dizilerine benzemediğinden bahsetmiştim. Kurt-vampir çatışması baki olsa da en basitinden güneş vampirler için sorun değil. The Vampire Diaries’teki mine çiçeği, True Blood’taki gümüş gibi bazı detaylar da yok. Vampirin ve kurtun insanlığa karışma projesi çerçevisinde işler biraz da farklılaşmış yani. Hele 3. sezon civarına gelirseniz ne demek istediğimi çok ama çok daha da iyi anlarsınız.

Zaten içine 3. olarak bir hayaleti de ana karakter alması ve işleyişiyle baştan kendini farklılaştırmış durumda.
Genel olarak baktığımızda oyunculuklar için genelde beğenilmeyen Twilight’tan iyi diyebilirim. İşlediği konuyu detaylarda farklı bir şekilde de işlediğinden kendisine alıştırması fazla sürmüyor. Hatta yayınlanan şu zaman kadarki sezonlar içerisinde 3. sezon en sevdiğim oldu.

Diğer vampir-kurtadam dizilerine göre diye bir karşılaştırmayaysa girmeyeceğim. O kadar yazdım farklı bir tarzı var diye,  karşılaştırmaya falan gerek yok. Tavsiyem, siz de yapmayın. Velhasıl, vampir-kurtadam furyasına meraklıysanız ve benim gibi hala da bıkmadıysanız Being Human bu amaçla tavsiyedir. İyi seyirler…

being-human-us-logo
aytac@birdizihaber.com
Devamını oku ...

Tanıtım: Elementary


Sör Arthur Conan Doyle adındaki yazarın on yıllar önce yarattığı Sherlock Holmes nedir/necidir biliyorsunuzdur herhalde. Kitaptı, filmdi, başka diziler derken bu orijinal dedektifi, en azından duymayan bir insanın halen nefes aldığını düşünmüyorum. Bu karakter üzerine kurulu 2010 başlangıçlı Sherlock diye de bir dizi var, muhtemelen bunu da duymuşsunuzdur. Bizim Cnbc-e de gösteriyor. İçinde diziye adını veren dedektif,  temelinde “modern” zamanlar üzerine bir kurgu, arkasında da İngilizler var. Bir de bizim Amerikalılar var. Nasıl mı?

Evvel zaman içinde kalbur bilmem ne yapıyorken Amerika’nın ulusal kanallarından CBS, Sherlock’un yaratıcısı Steven Moffat‘tan dizinin uyarlama haklarını ister. Ama uyarlama manyağı bu millet, bu sefer kaba tabirle avuçlarını yalar, ancak tabii ki emelinden vazgeçmez. Daha önce Sherlock Holmes’ü TV’ye adapte etmişliği bulunan CBS, deneyimlerini ve sistemdeki “açığı” kullanarak karşımıza “modern” zamanlarda geçen bir yapım getirir. Bknz: Elementary.



Nasıl bir dizidir bu Elementary?

Başlamadan önce: Tamam, modern zamanlı Sherlock dedim. Ama 2010 yapımı Sherlock’u izliyorsanız ve onun beklentisi içinde bu dizinin başına oturacaksanız yapmayın+etmeyin öyle bir şey. Diğer dizideki karakter isimlerini saymazsak (gerçi onlar da zaten Sherlock kitaplarındaki bilindik karakterler) alakaları YOK!
Dizinin konusundan bahsedecek olursam:


Talihsiz bir olay nedeniyle doktorluğu bırakmış, yeni bağımlılık terapisti Joan Watson, bir sabah yeni bir hasta için telefon alır. Burada araya gireyim: Yani Holmes’un Watson’ı bu dizide kadın. Sanırım sistemdeki “açık” anlaşılmıştır. CBS 2 kere TV filmi yapmış olduğu kadın Watson projesinden bu sefer dizi çıkarttı. Hasta dediğimiz insan da anlaşılacağı üzere Sherlock Holmes. Londra’da hayatına devam eden Holmes, yaşadığı bazı olaylar nedeniyle uyuştucu kullanmaya başlamış ve raydan çıkmış. Ama sonrasında babasının da desteğiyle, daha çok zorlamasıyla rehabilite olmuş. Yani oluyor…

Dizinin başladığı gün, bizim Sherlock’un rehabilitesinin bitmesine kalmış 1 gün. Ama adam rehabiliteden kaçmış. Babası da oğlunu bulup onun bundan sonraki hayatında ayık kalması, uyuşturucu kullanmaması ve kontrol edilmesi için -6 haftalığına- Joan’ı tutuyor. Dizi de başlamış oluyor. Bu arada, bütün bu olan bitenlerin New York‘ta yaşandığını da söyleyeyim. Peki Sherlock ne yapıyor Amerika’da? Londra’da ne yapıyorsa onu.

elementary-title-scene-600x337
Eskiden tanışıklığı olan Başkomiser Gregson‘ın uğraştığı vakalarda polise danışmanlık yaparak, her bölümde cinayetleri ve olayları çözmesine yardım ediyor. Alışkın olduğumuz Holmes’a yakın bir tarzda, Amerikalılar arasında o bayıldığım İngiliz aksanıyla ve peşinde de ayıklığından sorumlu Joan Watson ile.

Bu noktada, Sherlock’un ilk başta Watson’ı gönül rahatlığıyla kabul etmediğini de belirteyim. NYPD’ye danışmanlıktan ücret almayan Sherlock babasının NY’daki evinde yaşıyor ve bazen ona yardım etse de maddi açıdan genel olarak ona bağlı. Yani Joan’ın iş, Sherlock’un babasının dayatması ile girdiği bu yolda ikili mecburi bir ortaklığın içindeler. Ama yine de izlediğimiz şeyin “dizi” olduğunu belirteyim, izlerseniz ileride lazım olacak.

İkilinin birbirleriyle didişirken olayları çözmeleriydi, şu olandı bu bitendi derken bölümler geçiyor anlayacağınız…


Ek: İki yapımcı anlaşmazlık içinde olsa da İngilizlerin Sherlock’u Benedict Cumberbatch ile AmerikalılarınkiJonny Lee Miller aslında iyi arkadaşlar. Hatta Kraliyet Ulusal Tiyatrosu oyunu Frankenstein’da da rol arkadaşı. Projenin hayata geçmesi üzerine iki oyuncu da birbirlerini destekleyen ve öven açıklamalarda bulundular.

Ek 2: Dizinin gayet güzel hazırlanmış olduğunu düşündüğüm introsu. Diziyi düşünmüyorsanız bile buna bir bakın.

Hatırlatma 2: Dedektiflik yöntemlerinde benzeşmeler tabii ki var ama iki Sherlock için birbirlerinden farklı tarzdalar demiştim, yine diyorum. Ne demek istediğim ilk bölümün ilk dakikalarından da anlaşılıyor zaten.


Elementary de CSI serisi, NCIS ya da Criminal Minds gibi her bölümü farklı bir dava üzerine kurulu bir Amerikan polisiyesi. Ama oradaki ekipler gibi detaylı kanıt incelemelerinin aksine Sherlock zekası, yanında da yardımcı Joan Watson var. Tabii, başta Komiser Gregson ve yardımcısı Dedektif Bell’in dahil olduğu polisiye ekiplerin de arka ya da ön planda desteğini almıyor değiller. Bir polisiyede olması gerektiği gibi bir yandan cinayetleri çözerken bir yandan da eğlendiriyor yani. Tabii bunda iki oyuncunun da hakkını vermek lazım. Kendi adıma Lucy Liu‘nun da kadın Watson kavramına iyi gittiğini düşünüyorum.

Velhasıl, yeni bir polisiye arayışı içerisindeyseniz ya da öyle bir döneme girerseniz, buyurun Elementary’i bir deneyin derim. İyi seyirler.

#Tavsiye: Yazıda İngiliz Sherlock’tan da haliyle bahsettim ama izlemediyseniz karşılaştırma laflarımı bir kenara bırakıp onu da deneyin derim. Çünkü onun da yeri ayrı ve kaliteli bir dizidir. Bana göre ikisine de bakılmalı ve ikisi de mümkün mertebe az karşılaştırma yapılarak izlenmeli.


Devamını oku ...

Tanıtım: Mayday


Mini dizi yapmayı normal dizi yapmaktan daha çok sevdiklerini düşündüğüm İngiliz milletine ait kanallardanBBC One, bir vakitler biz Mart 2013′ü yaşarken karşımıza yine bir mini dizi getirdi. Toplamda 5 bölümden oluşan bu yapım, yani Mayday, her gün 1 bölüm şeklinde yayınlandı ve yayın hayatını mini dizi konsepti içerisinde bitirdi. Ben de izleyip de seven bir kişi olarak, üstüne bir şeyler karalayayım, bir tanıtım yazayım dedim.

Nasıl bir dizidir Mayday?

Mayday, en temel haliyle bahsedersek bir genç kızın ortadan kaybolmasının ardındaki hikayeye dayanan, her bölümü yaklaşık 1 saatten oluşan bir dizi. Malumunuz, böylesi bir hikaye TV tarihinin hiç de yabancı olduğu bir şey değil. Hatta çoğunlukla da genç bir kız ya öldürürlür ya da ortadan kaybolur. Ama Mayday kendini benzerlerinden farklı kılmayı başarabilen türde bir dizi. Peki nasıl?

“Korkunç bir suç için sevdiğiniz birinden şüphelenmek nasıl bir şey?”

Bu dizinin merkezindekiler, olayı çözmeye çalışanlar normalin aksine polisler, bir ekip ya da aile değil. Elimizde belli sayıda ama polis gözünde şüpheli olmayan kişiler var ve biz, şüphelilerin yakınlarınıngözünden olayı izliyoruz 5 bölüm boyunca. Her biri kendince haklı nedenlerden dolayı “Acaba o olabilir mi?” sorusunu hem kendine soruyor hem de bizlere sordurttuyor, bu sayede bir bakmışız bölümler de bitmiş oluyor. En iyisi bu noktada dizinin konusuna giriş yapayım:

#Başlamadan: Dizinin 5 bölümünün de altyazısı tam ve Divxplanet’te mevcut. Eğer isterseniz dizi sitelerinde de bulabilirsiniz.

Mayıs Bayramı (Mayday) gelip çatmıştır. Bu nedenle düzenlenen festival de başlamış ve festivalin korteji için de hazırlıklar tamamdır. Bir şey hariç… Mayıs Bayramı’nın kraliçesi Hattie Sutton ortalıkta yoktur. Kortejin zamanından önce de kortej sonrasında  da kız aranır, ama bulunamaz. Tabiri caizse de yer yarılmış içine girmiştir. Peki bu kız nerededir? Ölü müdür, kaçırılmış mıdır yoksa başına başka bir şey mi gelmiştir?

Linus ve şüphelilerden Everett

Dizide şüphelilerin olduğunu ve bunların yakınları üstünden yürüdüğünü söylemiştim. Daha ilk bölümün başında bunların yüzlerini de görüyoruz ama ben biraz detay da vereyim:

1) Hattie’nin düzenlediği çevre kampanyası yüzünden işleri bozulan Malcolm Spicer. Yakını olarak, kocasından şüphelenen ama emin olamayan, itibarını zedelememek adına da sesini çıkartmayan eşi Gail‘i izliyoruz.
2) Karısını güzemli bir şekilde kaybetmiş, çapkınlık konusunda da ismi çıkmış Everett Newcombe. Yakını olarak, babasından şüphelenen, annesine ne olduğunu içten içe merak eden ama anlaşamasalar bile babasını kaybetmek istemeyen oğlu Linus‘ı izliyoruz.
3) Akli dengesi pek yerinde olmayan ve olayın sabahında olanları da hatırlayamayan Seth Docker. Yakını olarak, kardeşine sahip çıkmaya çalışan ve o yaptıysa dağılmış ailesini birleştirme şansını kaçırma ihtimali olan Steve‘i izliyoruz.
4) Olay günüyle ilgili şüpheli davranışları ve hikayesi bulunan Alan Hill. Yakını olarak, kocasından şüphelenen ama emin olamayan, 2 küçük çocuğunu ve ailesini düşünen, eski polis Fiona‘yı izliyoruz.

Fiona ve şüphelilerden Alan
Hattie, kimliği, ikiz kız kardeşi ve ailesi, şüpheliler ve aileleri, çevredeki insanlar derken Mayday, aslında pek çok kişinin hikayesine değiniyor. Ama bunları insanı sıkmadan ve yormadan yapmasını da iyi beceriyor. Tabii İngiliz uslubunu bilenler için dizinin İngiliz tarzında gittiğini de ekleyeyim. Ayrıca bir The Killing havası da var bana göre. Hattie’den bir Rosie çıkmaz ama dizinin genel havası bakımından bir kan uyumu var sanki…

Sonu ve oyunculukları içinse gayet doyurucu diyebilirim. Kızın kayboluşunun arkasında açık kapı bırakmamalarının yanında, her şüphelinin ve ailesinin hikayesinin de bir sona erdiğini görüyoruz. Fikrim, özellikle finalin son 2 dakikasının baya güzel olduğu.

Velhasıl, polisiye tarzı dizileri seviyorsanız, farklı tarzda bir şeyler arıyorsanız ve bu dizi de bir noktadan sizi çektiyse bir deneyin derim ben. İyi seyirler…

Devamını oku ...

Tanıtım: Unforgettable

unforgettable_desktop-600x336
“Her şeyi yapabilir ama unutamaz!”

Polisiye yapmayı çok seven, üstelik bunu becerebilen de (CSI ailesi, NCIS ikilisi, Criminal Minds…) bir kanal olan CBS, 2011-2012 dizi sezonuna başladığımızda karşımıza yine bir dizi polisiye getirdi. Tanıtımına adını veren bu dizi, yani Unforgettable şu an ilk sezonunu bitirmiş durumda ve verdiği arayı yaşıyor. Dizi, karşımıza bu sefer yazın, 28 Temmuz’da gelecek ve yeni sezon bu yüzden 13 bölüm sürecek. İlki de klasik ulusal kanal dizisi olarak 22 bölüm.

Peki, nasıl bir dizidir bu Unforgettable?

Bu dizi de bir çeşit uyarlama özelliğine sahip. J. Robert Lennon‘ın “The Rememberer” isimli bir kısa hikayesinden esinlenilmiş. Yapı olarak “formüllü” bir polisiye. Yani ismi başta geçen polisiyeler gibi her bölümü farklı bir dava üzerine kurulu. Ama belli bir arka plan hikayesi de var. En iyisi bu noktada konu ile girişi yapayım:

Hiç Hyperthemisia (Hipertimezi) denilen şeyi duymuş muydunuz? Kendisi az rastlanır bir hafıza hastalığı olur. Bundan muzdarip kişiler, unutmuyorlar. Ama “hiçbir şeyi” unutmuyorlar. Konuşmalar, resimler ya da yüzler… Hatta geriye dönüp düşündüklerinde -belli bir zaman sınırlaması bile yok- detaylarına varana kadar hatırlıyorlar.

Bizim ana karakter Carrie Wells de bu hastalığa mütevellit eski bir polis. Bu özelliğini günlük hayatta kullanmaktan da çekinmiyor üstelik. Ama böylesine nadir bir özelliğe sahip olsa da olacak iş ya, küçüklüğünde gerçekleşen ablasının öldürülüşüyle ilgili neredeyse hiçbir şeyi hatırlamıyor. Zaten polislikten uzaklaşması da en nihayetinde bu yüzden olmuş.

Geçmişte olanlara rağmen başka şeylere yönelen (gönüllü hasta bakıcılık gibi) Carrie’nin hayatı, üst kat komşusu öldürülünce yine karışıyor. Davayı araştıran kişi de tesadüfe bak, kardeşinin araştırması yüzünden arasının bozulduğu eski sevgilisi/ortağı Al Burns çıkınca, kendisini bıraktığı dünyanın içinde yeniden buluyor. Anlayacağınız polislere yardım etmeye başlıyor. Tabii kız kardeşinin öldürülüşünü araştırmaktan da geri kalmıyor.
Ek: Dizinin hikaye merkezi New York’un Queens bölgesi üzerine kurulu. NYPD’yi izliyoruz yani.
Ek 2: Diziye danışmanlık eden kişi bu hastalıktan muzdarip aktris Marilu Henner.

Dizi, Carrie’nin hikayesi ve kardeşinin olayı üzerine kurulu olsa da her polisiyede olduğu gibi bunda da bir ekip durumu var. Kadrodaki 2 başrolden Carrie Wells’i çoğu kişinin Without A Trace ile tanıdığı Poppy Montgomery canlandırıyor. Bir diğer başrol, eski sevgili/ortak Al Burns ise yine çoğunluğun Nip/Tuck ile daha çok bildiği Dylan Walsh tarafından canlandırıyor.

Dizinin yan karakterleriyse polisiye bir diziye uygun tipli karakterler ve oyuncular da polisiye dizilerle geçmişi olan oyuncular. Dolayısıyla oyunculuklar iş gören cinsten. Kadronun tamamına şuradan bakabilirsiniz.

Dizideki yan kadronun enlerinden: Roe – Carrie – Nina – Mike


Ek 3: CBS diziyi ilk sezonun sonunda iptal etmeye niyetlenmişti. Ama sonradan vazgeçip yeniledi. Ama bu iki zaman aralığında başka dizilere kapak atan oyuncular olduğundan dizinin ikinci sezonuyla ilk sezonu arasında yan karakterler bakımından bazı kadro farkları var. Ama başroldeki ikili ve biraz fazlası hala duruyor.

CBS polisiyelerini ya da polisiyeyi ne kadar seversiniz bilmiyorum. Unforgettable, kendisine hayran bırakan cinsten olmasa da insanın polisiye ihtiyacını kesinlikle karşılayan bir dizi. İncelenen hikayeler de karakterler de çok geçmeden insanı sarabiliyor. Arka plandaki hikaye de yavaş yavaş olaylardan bağımsız olarak kendini gösteriyor zaten. Ekip içi dinamiğin de iyi olduğunu düşünüyorum. Ama yine söyleyeyim, bir CSI ya da NCIS beklemeyin ama canınız polisiye istediği bir vakit oturun da bir deneyin.

Diziyle ilgili fikir almak için bu videoya da bakabilirsiniz. İyi seyirler…

aytac@birdizihaber.com
Devamını oku ...

Tanıtım: Fresh Meat



İngiliz milletinin sahip olduğu güzel şeylerin belki de en güzeli sahip olduğu dizileri. Hiç değilse benim için. Genellikle dramalarını sevsem de 2011 dolaylarında Channel 4‘a gelen bir komedi dizisi de bir şekilde radarıma girmişti. Aslında daha ağır bastığı için komedi dedim ama Fresh Meat için komedi-drama demek daha doğru olur. Aynı zamanda bir gençlik dizisi de olan bu yapım, biz yeni yıla girmeden 3. sezon onayını da aldı. Peki nasıl bir dizidir kendisi?

Öncelikle bu milletin sahip olduğu dizilerin çok büyük çoğunluğu gibi sezonları kısa gidiyor. Her bir tanesi 8′er bölüm-cük. Bölümler de 40 dakika civarı sürüyor. Konusu ise çığır açan türden falan değil. Yurt başvurusunu kaçıran veya reddedilen 6 gencin aynı evde yaşamaya başlamasıyla birlikte ortaya çıkan olaylar silsilesi üzerine. Konusu basit dedim ama dizi tabii ki göründüğü kadar basit değil.

Bu dizideki karakterler, her çevrede bulunan türden ama içten içe orijinalitelerini dışarıya vuran cinsten kişiler. İçlerine İngiliz mizahı kaçmış. Bu milletin dizilerini izleyenler ne demek istediğimi anlamıştır. Keyifli, can sıkmayan, Amerika’da olduğu gibi yapılan espriler gözümüze sokulmuyor. Zaten The Big Bang Theory ya da 2.5 Adam gibi kahkahalı değil. Zaten ilgimi çekmesinde bu ikisinin de payı büyük, zira kolay kolay komedi izleyebilen bir bünyeye sahip değilim. Hele içinde esprinin en bayatına bilen gülen insanların dayanılmaz kahkahası olunca hiç çekilmiyor. Bunda tabii ki öyle değil.

Karakterlerden bahsetmişken, birkaç cümleyle nasıl birileri olduklarından da bahsedeyim:
Josie, diş hekimliği okuyan ve çoğunluk gibi okulun da evin de çömezi. Sevecen, iyi ve duygusal biri gibi olmakla beraber gerekli durumlarda dengesizin, kararsızın teki ve bana göre evin en slut olanı da olabiliyor.
Kingsley, Jeoloji bölümünde okuyan ama bir miktar ne istediğini de bilmeyen biri. Biraz toy, biraz duygusal, söylemesi ayıp biraz da ileri(!) zekalı. Cinsellik konusundaki deneyimsizliğini kafaya takmamaya çalışmakta ve tabii ki becerememekte. Josie ile yan yana odalarda kalmasının oluşturduğu bir gerilim ve çekim var.
Vod, edebiyat öğrencisi ve evdekiler içinde en sevdiğim karakter. Nedenini anlamanız da pek sürmez zaten. Hayatı takmaması ve kafasına göre yaşaması bir yana, olanlara karşı verdiği tepkilerle de eğlemenizi sağlıyor. Sokağa en yakın taraf diyebiliriz ve dizide tabii ki kendine yer bulan hap-uyuşturucu muhabbeti, genellikle bir yerinden Vod’a uğruyor.
Oregon, Vod ile aynı bölümde okuyor. Her sınıfın ve gençlik dizisinin mutlaka içerdiği element olan inek öğrenci tanımlamasının karşılığı. Daha doğrusu her şeyi iyi yapmak, dengeyi korumak ve sorunsuz üstesinden gelmek desek daha doğru olur. Ama bölümdeki derslerin “içeriğinin” özel hayatına getirisinin bu  dengeye katkısı tartışılır tabii…
JP, evin en Barney Stinson olmaya çalışanı ama becerme planları çerçevesinde absürt şeyler yaşayanı. Aynı zamanda evdekilere oranla da mali durumu en iyi olan ve bunu da diğerleri üstünde kullanmaktan hoşlanan biri. Ait olduğunu düşündüğü sınıfa hitap eden bir üniversiteye gitmediği gerçeğiinden de hoşlanmamakta.  Sanırım evin İngilizcesi en İngiliz olmayan da kişisi.
Howard, grubun evde eskiden de yaşayan tek üyesi. Kingsley ve JP gibi Jeoloji öğrencisi ve evdekiler içinde davranışlarındaki tuhaflıklarla kendini en ayırmayı beceren. Hele bir de bu davranışlar aksanıyla birleşince ortaya daha da garip bir şeyler çıkmakta. Asosyalliği başına vurmuş.
Fresh Meat, keyifli zaman geçirmek için iyi bir tercih, can sıkmayan türden ve saçmalasalar bile keyiflendiren bir dizi. Zaten arkasındaki isimler de İngiltere’nin sevilen ve yaklaşık 10 yıldır devam eden Peep Show adlı sitcomunun arkasındaki isimler. Kalabalık da bir senaryo ekibi var. İngiltere’de de özellikle ilk sezonuyla patladı ve komedi alanında verilen birçok ödülü topladı, ki ben 2. sezonunun ilkinden daha güzel olduğunu düşünen biriyim.

Dizinin ağırlıklı genç kadrosu, İngilizlerin no-name isimleri keşfetme adetinden türeme çok tanınmış birine sahip değil. Öncesinde yer aldığı birkaç yapım olsa da oyunculuktaki çıkışlarını bu yapımla yaptılar. Velhasıl, eğer İngiliz dizilerini seviyor olmak bunu denemek için zaten sebep olsa da kafa dağıtmak istediğiniz bir zaman aralığınız olursa, Fresh Meat’i deneyin derim. Şiddetsiz olsa da tavsiyedir. İyi seyirler…

Kaynak: www.birdizihaber.com - Yazı bana ait!
Devamını oku ...