1 Ocak 2014 Çarşamba

The Vampire Diaries: Beni ondan nefret ettiğinden daha çok sev

"Afiyet olsun da insan içinde olmasın.”

Geçtiğimiz yazıda The Vampire Diaries’in beşinci sezonundaki ilk üç bölümünden bahsetmiştim. Bu devam yazısı da sezonu yakalamak adına dördüncü ve beşinci bölümü ve tabii ki yanında spoilerı da içerecek. Başlayalım bakalım:

STEFAN/SILAS
Üçüncü bölümün sonunda beyni kızaran Stefan bütün hafızayı sıfırlayınca bir şeyler hatırlatma projesi çerçevesinde bir giriş yapıverdiler. Hatta bu uğurda Damon kendisinin eğlenceli, Stefan’ın da temkinli kardeş olduğunu göstermek için kullandıkları güzelim arabayı parçaladı manyak. Sonunda da pek işe yaramadı tabii ki. Çünkü Elena ile bir zaman sevgili olduklarını “Hafızamı kaybetmiş olabilirim ama aptal değilim,” şeklinde anladığını belirten Stefan, kardeşiyle birlikte olduğunu anlayamadı. Sonra da kısa süreli kendini kaybetti.

Bence böylesi daha da iyi oldu. Çünkü tam “Yine aşık mı oluyorlar kuzum bunlar birbirine?! Olmasınlar,” dediğim noktada film koptu. Elena’nın klişe ”Sorun sen değilsin, benim,” tavrına gülmek bir yana, Stefan-Caroline arasındaki ilerlemiş sürüm dostluktan da hoşlandım. Tyler olacağına bu bile olabilir bence, kabulümdür.
(The Originals bu reytinglerle giderse o dizi iptal olmayacak, Klaus da geri dönmeyecek. Keyfimden demiyorum. Tabii bir de olgunlaşmamış sürüm Jesse konusu var, o ayrı.)

Silas’a gelirsek:

Paul Wesley’in Damon’ın kötü çocuk, kendisinin erdemli çocuk portresi yüzünden biraz geri planda kaldığını düşündüğü, daha doğrusu karşı tarafı da denemek istediği bilinmedik bir gerçek değil. Bence Silas dönemiyle Ripper dönemini daha da geçmiş oldu, böyle daha çekici olmuş galiba bu adam. Karakter de biraz daha şeker.
BOONIE VE CENAZE
Bonnie’nin biraz uzamaya başladığını düşündüğüm ölüm hikâyesini cenaze ile nihayete erdirdiler. Oldum olası ‘bir hayata karşılık bir ölüm’ olayını sevmişimdir zaten. Cenazesiyse bu dizinin cenazeleri içinde en duygusalıydı. Misal. Jeremy’de böyle olmamıştım ben. Bunda Bonnie’nin kendi cenazesinde olmasının etkisi olabilir. Yalnız şu da bir nokta:
Sizi bilmem de bu dizide Elena versiyon bir “I can’t! I can’t!” var ya hani, ben ondan hiç hoşlanmıyorum. Şu Nina Dobrev Katherine ile bu kadar harikayken kederler içindeki Elena’ya bürününce bir tuhaf oluyor. Jeremy’nin ölümü gibi bunda da Matt’e daha fazla üzüldüm mesela.
Tabii dördüncü bölümde girdikleri dramanın mürekkebi daha kurumadan Bonnie’yi diriltmek için Silas’ı da dahil eden yine ölüm-hayat dengesi üzerine kurulu bir plana giriştiler. Görünüş itibarıyla da şimdilik bir halta yaramadı ama bu diziyi siz de izlediğiniz için farkındasınızdır, o iş olur ileride. Jeremy’yi diriltmişken bunun eksik kalacağına dair zerre inancım yok.
CAROLINE VE TYLER
Daha önce ayrılmalarının taraftarıyım dediydim. Kişisel fikrimdir. Cenazeye geri dönmüşken Tyler bunlar ayrılsa ama bu bir şekilde ortalarda dolansa da olur moduna girdiydim. Olacak iş ya, bu oldu ama olduğu kadarıyla da bir acayip oldu. Klaus? Klaus?! Tövbe estağfurullahlarım geldi ziyarete.

Bu ayrılığı işleyişlerinin güzelliğini (“Beni ondan nefret ettiğinden daha çok sev”) falan bile geçiverdim yani o vakit. Tyler’ı The Originals’da görmeden inanmam diyorum. Galiba bu fikirden de hoşlandım. O diziyi izliyor musunuz bilmiyorum; The Vampire Diaries, hatta önemli bir topluluk için daha iyi bir gidişatı var. Taze bir kan olarak iyi olabilir.

BİYOLOJİ PROFESÖRÜ Dr. MAXFIELD
Oda arkadaşı Megan’ın ölümü sonrası ipin ucu biyoloji öğretmenine gidiverdi. Buraya kadar tamam aslında, sonrası karıştı. Adam Bonnie’nin büyü çalıştığı adam gibi manyak çıkıp Jesse’yi vampire çevirdi. Stepfan’ın gazabına uğrayan adam daha fazlasını buldu. Bulmaya buldu da niye?

Dr. Maxfield vampir karşıtı desek öyle gelmedi. Savunucusu desek, niyeyse öylesi de gelmedi. Ama Elena’yı buradan uzaklaş diye uyarmasının altındaki kişileri öğrenmemiz çok uzun sürmez zannediyorum. Gerçi bu dizide eksik olmayan bir şey varsa o da bela. O yüzden ben beşinci bölümde Megan’ın ‘eski’ arkadaşı olarak tanıdığımız Aaron’ın onun oğlu olması kısmına takıldım. Daha doğrusu sevdim. Ortalık karışırsa da en azından güzel bir tonda karışır.
KATHERINE PIERCE
Bunu biraz da bilerek sona sakladım. Anlamışsınızdır niyesini.

Bu dizinin Katherine ile tanıştığınız noktasından beridir bu kadının yaşama isteğini ve tutunmak için elinden geleni yapmasına oldum olası bayılmışımdır. Malum, kökenleri de diğer tarafa sürdükten sonra bu diziye hala bağlı kalmam için en geçerli nedenim de kendisi. (Damon falan demeyin o ayrı, Katherine ayrı) Ve beşinci sezonun beşinci bölümüyle bu bir kez daha perçinlenmiş oldu; çünkü Katherine yine dört ayak üstüne düştü.

Bunun kadar olmasa bile neredeyse bunun gibi güzel olan diğer durum Nadia’nın Nadia Petrova çıkmasıydı. Hafızamın derinliklerinde ve nerede olduğunu bilmediğim bir yerinde kalan Katherine’in kızının bunca zaman sonra çıkması ve unutulmaması zevk vericiydi. Dizinin arkasındaki kişilerin ‘geç olsun güç olmasın mantığı’ ile de olsa böyle şeyleri unutmaması ve izleyiciye sürpriz olarak sunması güzel oluyor zaten. Gerçi beş sezondur diziyi yürütmelerinde bunun payı da bayağı fazla.

Velhasıl, kardeşi The Originals gibi bölüm bölüm gittikçe sınırlarını aşan dizi, bakalım bizi daha nerelere götürecek? Çünkü tahmin edersiniz ortalık daha çoook karışacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder