4 Mart 2014 Salı

The Blacklist 1x11: Beklemek hiç bana göre değil


Merhametli Katil – No: 106
En son taa 2 Ocak’taki bölümüyle izlediğimiz The Blacklist, verdiği altı haftalık aradan sonra yeniden karşımıza çıktı. Sezonun ilk kısmını Anslo beyin Red’e av muamelesi yapması ama Red’in kendini zor da olsa onun ve hatta polisin de elinden kurtarmasıyla kapatmıştık. Uzatmadan gelelim bölüme diyeceğim ama bu yazıda da pek olmayacak, huyum kurusun:

Öncelikle: Biz bu arayı yaşarken The Blacklist’in yıldızı James Spader 12 Ocak’ı 13’e bağlayan gece yayınlanan Altın Küre Ödülleri’nde ‘Drama Dizisi En İyi Erkek Oyuncu’ adayı oldu. Yeni bir ulusal kanal dizisi için bu çok başarılı bir olay. Gerçi ödülü Breaking Bad’in yıldızı Bryan Cranston’a veriverdiler, o kısmı ayrı.

Ayrıca tören öncesinde röportaj vermek istemediğini özellikle belirten adamı emr-i vakiye ve hatta oyuna getirmeye çalışarak bir şeyler yaptırmaya çalışmışlar. O da buna haliyle tepki göstermiş. Tören sırasında adı okunurken de görüntüsü yoktu farkındaysanız…

Sahne arkası dedikodusu bittiğine göre gelelim artık bölüme:


Red’e rağmen uzağa gitme planı yapmak? Ben bu adama boşuna bayılmıyorum.

Son bölümde olanlardan sonra toparlanma aşamasına giren Red, klasik usul gereği köstebeği aramaya başladı. Bu yolda önce kendisinin başına açılan işteki aracıları teker teker halletti. O sahneleri öyle işlediler ki bir an hepsini birden bırakacağını bile düşünmedim değil. Üstelik bunları insanı gerizekalı yerine koyarak da yapmadılar. Bölümün en sonunda da Newton Philips’e ulaşarak amacını nihayete erdirdi. Bu noktada da adamın “Ölümüm kaza gibi olsun,” isteğini yerine getirmeyip boğdu; niyeyse de bu durumdan da zevk aldım ben.

Bu adam bu vakitte bunlara bunu yapıyorsa ileride Tom’u kim kurtarır elinden meraklardayım.

Bölüm boyu bu kadar iş dönerken Elizabeth’i de unutmadık veya Red de unutmadı. FBI da bir yandan köstebek arayışındayken tabii ki suçsuz olan Aram’a kadar gittiler ve neyse ki Red yedirmedi. Sonrası da tahmin edeceğiniz şey: “Sadece Elizabeth Keen!” moduna geri döndük. Hiçbir şey için lazım değilse bile dizinin devamı için lazımdı.

Ayrıca bahsetmeden geçemeyeceğim, Luli’nin cesedine sahip çıkıp FBI’dan kaçırması ve en azından düzgünce bir veda için uğraşması saygı duyulup şapka çıkarılacak bir hamleydi. Zaten bu kadını niye öldürdüler onu da anlamadım da neyse artık. Kalan sağlar bizimdir.

Gelelim bir de Merhametli Katil’e:

Fikri beğendim de adamı beğenmedim.

Bu adamı Dexter’a sadece ben benzetmiş olamam değil mi? Annesinin cinayetini gördüğünden öldürme eğilimi yaşayan Dexter’a karşı annesinin döverek istismar ettiği için istismar eden insanların peşine bir katil, kurbanlarını seçmek için işini kullanan Dexter ve bizim katil, Dexter öldüreceği kişilerin kurbanlarının fotoğrafını masasına yatırdığı adamlara gösterip ve yaptıklarını anlattıktan sonra işini bitirirken bizimki de olanları annesine izletiyordu ve adamlar akrabalarına nasıl zarar verdilerse bu da o şekilde zarar veriyordu. Anlayacağınız senariste sevgilerimi gönderiyorum…

Ayrıca bu adama bu ismi kim koydu? ‘Ayol’ suçlu da olsa kurbanlarına bunları yapan biri nasıl merhametli oluyor ki? Kurbanları öldürmeyip de acil servise kurtarmak için zaman veriyormuş-muş. Allah razı olsun. Dexter gibi dedim ama insanlar –ben de dahil- Dexter’ı yaptıkları dahilinde severlerdi, ayrıca o aklı da başında biriydi. Bunda o kısım olmadığından hoş şeyler olmadı işte, sonunda da Elizabeth sayesinde belasını ya da hakkını buldu. Bunu söylediğim için pişman olmayacağım.

Velhasıl, empati kurumuna da sevgilerimi göndererek bu yazıyı da kapatıyorum. Haftaya bir yeni bölüm üstüne daha görüşmek üzere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder