1 Şubat 2014 Cumartesi

The Blacklist 1x05: Mükemmel olmayan dünyanın mükemmel aracısı


(No: 85) – Kurye
Bölümler ilerledikçe kendini sevdiren ya da en azından kendine alıştırmayı başaran The Blacklist’in artık beşinci bölümünü de geride bırakmış olduk. Bu bölümün liste adamı Kurye (No:85) diye tanıdığımız bir kişi oldu ve Kurye’yi, insan ırkının Prison Break’in ‘T-Bag’’i olarak hafızasına kazıdığı Robert Knepper canlandırınca daha bir ilgi çekti haliyle.

Bölümü öncelikle genel olarak değerlendirirsek IMDB’de ben bu yazıyı yazarkenki puanı 7.6, ben de kendimce değerlendirirsem bu çeşit bir puan veririm gibi duruyor. O çeşitten bir bölüm izledik işte...


'Bu nasıl bir manyaklıktır sayın seyirciler?’

Kurye kod adlı adamın ‘anhidroz etkili nöröpati’sinin olması karakter için harika bir detaydı. Oldum olası acı hissetmeyen insanları daha bir ilginç bulurum. Zaten manyak da oluyorlar genelde. Bu da, taşıyacağı şeyi açılmış yarasının içine koyan türden birşey çıktı. Kaçmak için kullanacağı şeylerine kadar ‘vücudundaki’ bölmelere saklamış.

(Şu noktada bizim Türk dizilerine dalarsak en son böyle bir karakteri Suskunlar dizisindeki Gurur karakterinde görmüştüm. Burası da onu hatırlattı bir nebze. Berk Hakman güzel de canlandırıyordu ve sağlam bir manyaktı.)

‘Bir bu eksikti. Topla toplayabilirsen artık...’

Ama bence bölümün en kilit noktası liste adamının marifetleri değil, Elizabeth’in kocasının olanı biteni anlamasıydı. Bu dizinin sevdiğim yanlarından biri de birşeyleri süründürmemesi zaten. Liz bir süredir sürekli kocasıyla ilgili rüyalar görüp duruyordu malum. Bölüm başında gösterilenlerin aslında rüya olduğu da sanırım anlaşılıyordur; neyse ki izleyiciyi aptal yerine koyarak yapmıyorlar bunu. Bölüm boyu olanlar bu bölümün genel yapısını ara bölüm haline getirdi ve önemli birçok şey bir dahakine kaldı.

Bir de hepsi bir kenara, Elizabeth’in çalıştığı kurum ikisini de gizliden gizliye takip ediyor gibi geliyor. Dolayısıyla bu işin içinde fazlası olduğu ve Tom dürüstçe olanı biteni anlatsa ve açığa çıksa bile -ki ona da inancım olduğu söylenemez- bu işin içinden daha başka şeyler çıkacağını da düşünüyorum.

Naif görünümlü kocadan nasıl bir katil yapısı çıkacak, çıkaracaklar mı o da ayrı dert. Gerçi bilmek istiyor muyum, şu an için muallâk. Ama Elizabeth’in gittikçe çaresizleşerek ve kafası karışık bir şekilde Red’e sığınmasından da zevk aldım. Oyunculuklar haddinden fazla iyiydi. Bölümün sonuyla da yine güzel merak ettirdiler. Bakalım neler çıkaracak gelecek bölüm bize?

“Bu kadar benzerlik bana fazla”

Ayrıca:

Bir önceki giriş yazısında spoiler kullanmadan bir yazı yazacağım derken içimde kalan ya da unuttuğum birşeyler vardı, onları da bu yazıya alayım:

** Birkaç izleyen yorumunda “FBI aşağılaması yapılıyor” diye bir şeyle karşılaştım. FBI güçlü bir kurum olsa da onlardan sürekli her zaman iyi operasyonlar ve harika başarılar beklemek de haksızlık olur. Zaten böyle bir durum olsa bu sefer de reklam yapılıyor suçlaması gelirdi herhalde.

Ayrıca buna siz aşağılanan FBI görmemişsiniz de diyorum. Bir The Following dizisine bakın bakalım neler oluyor… Kevin Bacon ve James Purefoy’un kadrosunda olduğu dizi nasıl ilerledikçe bu hale geldi ben de şaştım kaldım. The Following FBI’ından baya üstte bir durum var burada hala.

“Baba?”

** Red’in Elizabeth’in babası olduğuna fazla mı dikkat çektiler, yoksa ben paranoyakça mı davranıyorum? ‘’Sadece Elizabeth Keen,’’ lafı kulaklarımda dolanıyor arada. Babasını iyi tanıdığı için, verdiği bir sözden vs.’den korumak için diye de düşünmüyor değilim ama ‘Baba’ konusu paranoyakça daha ağır basıyor. Bakalım ne kadar ilerletip de ortaya çıkaracaklar gerçeği?

** Kendisi düzgün bir ailesi olmadan büyüyen bir kadının bebek istemeyip de evlatlık almak istemesi, bunu destekleyen bir de koca bulabilmesi nedense hoşuma giden bir detay oluyor. Klişe bir şekilde işlemiyorlar ne yapıyorlarsa. ‘Hll spr dvm’ dedikleri şeyi yaşıyorum bu konuda.

** Elizabeth’i güzel bir şekilde oynadığını düşündüğüm Megan Boone’un dizide peruk kullandığı hiç dikkatinizi çekti mi? Kadının saçları kısa olduğu için uzatma evresinde bu tarz bir durum var ve ilk kez beşinci bölümde insanın gözüne sokarcasına dikkat ettirdiler. Ben mi fazla dikkat ettim acaba dedim ama yalnız olmadığımı biliyorum.

“Sen kal burada, dönme Homeland’e”

** Benim Homeland’deki Mike karakteriyle sevemediğim Diego Klattenhorff burada kendini mi bulmuş, ben mi onu bulabildim nihayet, bilmiyorcasına gayet memnun bir şekilde izliyorum kendisini. Adama CIA’lik değil de FBI’lık mı lazımmış anlamadım ki kuzum. Ama böyle güzel devam etsin. Koca rolündeki Ryan Eggold’la birlikte bu ikisi karakterlerine güzel yakıştılar.

(Bu arada olur da hiç izlemediyseniz Homeland’e de bir bakıverin. Güzel ve bol ödüllü bir dizi. Bir Claire Danes ve ‘crying face’i (ağlayan surat) var zaten, o her şeye yeter.)

Son olarak: Dizinin sonlarına doğru Elizabeth’in kocasıyla ilgili gerçekleri öğrendiğinde arka fonda çalan müziğe bir bakmanızı tavsiye ederim. Çalan şarkı, Emika’nın seslendirdiği Wicked Game. Ayrıca yine bunun Gemma Hayes versiyonuna da güzeldir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder