1 Şubat 2014 Cumartesi

The Blacklist 1x07: Çok özel bir yaratık


“(No:47) – Frederick Barnes”
Sezonun geçtiğimiz gayet güzel bölümünden sonra The Blacklist temposu gayet iyi, neredeyse onun kadar iyi bir bölümle geri döndü. Geçtiğimiz bölüm karakterler arası ilişkilerle kendine çekivermişken, bu bölüm de, bölümün liste adamıyla turnayı gözünden vurdu. Kendisini, yani 47 numaralı Frederick Barnes’ı House izleyenlerin gayet iyi tanıdığı Robert Sean Leonard canlandırmış durumda.

Ayrıca Dexter izleyenlerin Batista olarak gayet iyi tanıdığı David Zayas da konuk olarak kendisini gösterdi. Öncelikle:

** Geçtiğimiz bölümde, dizi/film tarihinin ‘zararsız’ bomba çeşidi nükleer bombayı kullanmışlardı. Bunda da bir alt versiyon biyolojik saldırıyı seçivermişler. Başta biraz ucuz bulmuştum ama ‘Kurz hastalığı’ gibi nadir bulunan bir hastalık seçmeleriyle toparlayabildiler. Gerçi bunu beşinci bölümde ‘Nöropati’ ile de denemişlerdi ama bu noktası gözüme batmadı.

** Batanı da şu oldu: Frederick adliye binasına elindeki o çantayla çok rahat girdi, bırakıp da kayboldu gibi sanki. Biraz daha zorlasalar iyi olurdu. Ayrıca adam ilk panzehir denemesinde hemen çocuğuna koştu. Hiç değilse az daha sarkıtıp biri üstünde deney yaparak kesin bir yargıya varamaz mıydı? Ölüm konusunda henüz acelesi yoktu nasılsa.

(Bölümün süresine olay örgüsünü yerleştirmek amaçlı, bu ikincisini görmezden rahatlıkla geldiğim doğrudur)

Bölüme girersek:


“Sanırsın gökten inmiş melek...”

** Frederick Barnes, Red’in dediği derecede ‘özel bir yaratık’mış. Bölümün başında, niye kameralara kendini gösterecek kadar rahat ki bu diye sorgulattı ama hikâyesi açıldıkça kendini sevdirdi. Oğlunun hastalığına dikkat çekmek için biyolojik silah yaratarak toplu ölümler yapmak? Eşi görülmemiş birşey değil ama kabul edelim, güzel işlediler.

‘Saldırı ve deney’ ikilisini birarada yürüten manyak her zaman çıkmaz sonuçta. Genetik bağışıklığa sahip birinden panzehir? Oldu canım… Sonuçta istediğine de ulaşmış oldu. Ama ben bir anlık da olsa, adliye saldırısı sırasında başarısız olabileceğine, daha doğrusu polisin başarılı olabileceğine inandıydım; olamadı. Meğerse amaç başkaymış işte.

** Bu bölümü insana sevdiren noktalardan birisinin de, konulara dair sahip olduğu diyaloglar olduğunu düşünüyorum. 6 bölüm içinde ilk kez bu kadar dikkatimi çektiğine göre var galiba bir şey.

“Olacağı varmış.”

Donald Ressler tartışmalı bir karakter, malum. Spreyi mi jölesi mi daha fazla kaçmış belli değil, teli kıpırdamayan saçlı haliyle ettiği lafın hakkı vardı. O adam daha fazlasını öldürdüğü takdirde, ki panzehiri bulana kadar deneyecekti, bunun yükü Lizzy’de olurdu. Kaldırılması zor bir yük…

Sonunda Lizzy de bunun üstüne giderek ikinci seferde adamı temizledi. Hem de aynı cümleyi kurarak. Panzehir her türlü kurtarıldığından dolayı en nihayetinde denenebilir çocuğun üstünde. Gerçi ben merak da etmedim değil. Ayrıyeten bu aşamada itiraf etmem gereken birşey de var:

Benim ‘Onu savunmuyorum ama anlıyorum’ diye bir çeşit mottom var, özellikle de dizilerde. Cercei Lannister (GoT), Jessica Pearson (Suits) ya da Victoria Grayson (Revenge) en geçerli örneklerim hatta. Frederick de, her ne kadar kitle cinayetini haklı çıkaracak birşey yapmadıysa da kendince haklı bir amaç için sınırları zorlayan bir işe kalkıştı. Red’in de Liz’e dediği gibi: “Eğer bir adam önemsediği tek bir kişi için tüm dünyayı yakıp yıkmayı göze alıyorsa ben o adamı anlarım.”

“Geçmiş geçmişte kalmıyor işte.”

** Gelelim eve… Evin, Red’in bir zamanlar ailesiyle yaşadığı ev olduğunu söylediler: “Ben ailemi bu evde büyüttüm. Ama burası eskisi gibi değil. Her günümü burada olanları unutmaya harcıyorum”… Adamın gördüğü küçük kız da bu yönde bir dokundurmaydı. Daha önce sadece ailesini terk ettiğini söylemişlerdi. İşte tam da bu noktada azıcık kıllanmaya başladım.

Böylesi, insana zevkle kendini izleten bir dizi, sanki Liz’in Red’in kızı olduğunun fazla üstünde duruyor gibi. Sırf bu yüzden Liz-Red-Baba üçgenin aslında başka şeyler de içerdiğini, hatta üçgen bile olamayacağını düşündüğüm zamanlar oluyor. Ayrıca Yahnici’nin listesinden aldığı resmin de aynı şekilde bağlantısı olabilir. Adam gitti bir de patlattı zaten evi...

“Umarım ‘Durun, siz kardeşsiniz!’ olmaz sonunda”

** Yazıyı bitirmeden önce olağan Tom yorumumu da yapayım: Bu adam sadece dördüncü sınıf öğretmeni falan değil! Belki çok suçlu değil, işin içinde aklımıza bile gelmeyecek şeyler de olabilir, ama kesinlikle bir bit yeniği var. Bölüm sonundaki o güzel romantiklik de niyeyse nem kaptırdı işte… Tahminim sezon finaline ya da olacaksa sezon arasına doğru bir şeylerin açığa çıkacağı ama hafif-hafif girseler de fena olmaz hani…

** Son olarak bölümün ‘söylemezsem çatlarım’ını da içimden çıkarayım. Bölümdeki diyalog bazlı reklam sizin de dikkatinizi çekti, değil mi? Tek takıntılı ben değilimdir umarım:

+ Biz de mağazaya gidip Ike’ı almıştık. –Doğru, lamba. + Hatırlasana, adının sonundaki “A” silinmişti. Zavallı Ike çöpe gidecekti.

Keyifli The Blacklist izlemeler efendim…


“Bu kadar anlattıkları lambayı, sevişmeye başlayınca mundar ettiler. Bari bozmamış olsalar. Sonuçta ‘manevi’ değeri var.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder