6 Nisan 2014 Pazar

The Blacklist 1x12: Çünkü köstebek benim


Simyager – No: 101
The Blacklist’in geçtiğimiz bölümünde sezon arasında gidişini izlediğimiz Red’in geri dönüşünü izlemiştik. Bu bölümde de ‘Kara Liste’ olayına kaldıkları yerden devam ettiler ve ‘Simyager’ denilen adam işlendi. Ayrıca geçen bölümde kendi ağındaki köstebeği ortaya çıkaran Red, bu sefer de işin içine çok başka hesapları da katarak FBI’ın içindekini aramaya koyuldu. Bölüm sonu malumunuz, ben de kendisini öncelikle Simyager’i ele alacak şekilde gireyim en iyisi:

Bu seferki adamı suç dehası olarak değerlendirirsek hakkını vereyim kendisini Yahnici (1x04) kadar beğendiğimi söyleyebilirim. Gerçi diğeri manyağın tekiydi, bunun psikoloji de yerinde olduğu için maharetlerini izlemesi zevk vermedi değil. Saç-baş, görünüş vs.’yi geçtim adamları DNA’sına kadar neredeyse değiştirip başka birisiyle o kişiyi yer değiştirtmek ustalık isteyen bir iş çünkü. Red bölümde adamın yaptıklarını şu cümleyle güzelce özetlemiş oldu: “Suçlu olan kanını ve genetik kimliğini veriyor. Masum olansa, suçlunun yaşaması için hayatını veriyor.”

Red demişken, bizim uyanık tilki liste adamı olarak Simyager’i FBI’ın önüne atarak bir çeşit ifşa ediverdi bölümde. Bu dizide bunca zamandır olanlardan dolayı ‘bu kadar basit olmaz’ durumunu kurcaladığımdan, adamın sonunda ölmüş olmasına da Red’in bölümün sonunda Simyager’in müşteri listesini istiyor olduğuna da şaşırmadım. Red’in daha önce de yapmadığı bir şey değil sonuçta. Benim kafamı kurcalayan başka bir şeydi…


Yalan!! Senin adın Lucy Brooks.

Şimdilik onu bir kenara koyup gelelim Liz ve ilerisine:

8. bölümde Red, yaptığı yardımların karşılığında FBI’dan Vicap’i bir kereliğine kullanma izni istemiş ve Lucy Brooks’u aratmıştı. Bir süredir değinmelerini beklediğim bu noktaya bu bölümde değindiler, hem de hassas bir şekilde. Yani geldik benim kafamı kurcalayan şeye: “Lucy’nin adı Simyager’in listede mi?”

Böyle pattadanak bunu sormak da pek olmadı tabii, öncelikle şunu sorayım: “Lucy Red’in mi adamı yoksa düşmanı olan kesimden birisi mi?”. Bir tane daha var: Liz’in Red’in kızı olduğu kısmına çok dikkat çekip gözümüze sokuyorlar diyorum, yoksa aslında Red’in Lucy’yi arayışındaki amaç ‘kızını’ bulmak mı? Kızı ya da değil, yoksa Red Lucy’yi buldu da bilerek mi Tom’un karşısına çıkarttı? Ondan hiç hoşlanmadığı malum çünkü. Lucy Red’in düşman kesiminden de içeriye sızmak için mi bu yolu kullandı yoksa?

Bir sürü –gelecek bölümde biraz olsun değinmelerini beklediğim- soru var anlayacağınız. Liz’in işi ve Tom’un arasında 12 bölümde 12. kez kalışından dolayı adamla arasının bozulması da buna mum diken bir şey. Zaten böyle giderse Tom’un olası sadakatsizliği için yanında saf tutacak birini de bulamayacak bu kadın.

Ve tabii ki bir de ekibimiz var:

Açık sözlülüğünü takdir ettim doğrusu.

Ekip derken Malik ve Ressler’dan bahsediyorum. Öncelikle Ressler’ı ele alırsak aşkın adamı şaşkaloza çevirdiği anlar var (denir) ya galiba onun da bu bölüm yaşadığı böyle bir şeydi. Bölümün başından sonuna kadar sevgilisiyle evlenmek konusunda fikrini soran eski nişanlısına ne diyeceğini düşündü durdu; sonunda “Olmaz!” demeye karar verdi. Buna tamam. Ama klişeye kaçacak bir şekilde “Bence harika bir karar veriyorsun” ile lafını kapattı. Hadi bunu geçtim de o andaki surat ifadesi neydi onun? Benim aklımdan geçen “Senin yalan suratın bu mu? Sen nasıl FBI ajanısın?” oldu.

Malik ise bölümü top noktaya, yani zirveye taşıyan hamlesini yapan kişi oldu. FBI, kendi içinde muhbir olmadığına ikna olmuşken Red’in adamların çöplerindeki kağıtları birleştirmeye kadar giderek yaptığı araştırmalar sonucunda bu gerçek de ortaya çıktı. Burada da hoşuma giden Malik’in evinde Red’i gördüğünde lafı hiç dolandırmayıp her şeyi sorunsuz kabul ederek gerçeği itiraf etmesi oldu.

Tabii tam bu noktada, yani en güzel yerinde bölümü bitirince bütün heyecan da haftaya kalmış oldu. O zaman ben de bölüm gibi bu noktada yazıyı kesip haftaya görüşürüz diyeyim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder